Multimedya:Drac Eric Pattson
Maria Blow
Anna,Patrica ve ben spor salonunda barfiks çekerken Patrica kendini yere bıraktı.
"Vallahi gına geldi. Ya ileride lokanta var girsek falan olmaz mı ya!"
"İyi Patrica eğer susacaksan 30 kilometre bile yürürüm."
Patrica sinsice gülerek ayağa kalktı.
"Olur. 30 kilometre ileride çoook lüks bir restaurant var."
"Yok. İlerideki iyi. Yani para benim için tırnak kadar önemli değil. Ancak beş metre ilerideki lokantaya gitmek dahaaaa iç açıcı duruyor."
Hepimiz barfiks çektiğimiz direklerde duran havlularımızı alıp dış kapıya yöneldik. Kapıyı tam açtığım sırada karşıma Drac çıktı.
"Siz de mi buradasınız hanımefendiler?"
"Evet Adrian biz de buradaydık."
Adrian'dan gözlerimi ayırınca Drac konuşmaya başladı.
"Buradaydık,derken. Şimdi nereye?"
Anna bana baktı. Sonra da kendisi yanıtladı.
"İlerideki lokantaya gidiyoruz."
Adrian kara kedi gibi araya girdi.
"Güzel beş-on barfiks ve halterden sonra biz de geliriz."
Adrian içeri girince Drac hâlâ karşımda dikili duruyordu. Adrian arkasını dönüp;
"Gelmiyor musun Drac?" dedi. Drac Adrian'a cevap verirken bana bakıyordu. "Sen git" dedi. Adrian'ın gitmesini bekledikten sonra kızlara dönerek gidip gitmeyeceğimizi sordum. Anna önden çıkarak Patrica'yı da sürükledi. Ben de hazır vaktim varken çıkmaya çalıştım. Tam Drac'in yanından geçerken kolumu tuttu.
"Kızlar bekliyor." dedim.
"Gitmiyorsun,beni dinliyorsun."
"Dinlemiyorum. Dinleyecek ne var ki?"
"Dinleyene kadar bırakmam."
"Önce şaçmalıyorsun sonra öpüyorsun! Nerede adalet Drac!!!????"
Bunları der demez beni kendi vücuduna yapıştırdı.
"Seni susturmak istedim. Hem öyle düşünmüyorum."
Son cümleden sonra saçımı okşamaya başladı. Ondan hoşlandığımı bildiğim için saçıma dokunması hoşuma gidiyordu. Ancak kızlar aklıma gelince Drac'i yavaşça itip kızların yanına gittim.
"Hey,beni bekleyin!"
Patrica ve Anna arkasını dönüp gelmemi beklediler. Yanlarına varınca kollarına girip "Let's go!" dedim. Gülerek lokantaya girdik. Anna hızla bir yer bulup;
"Buyurun,buyurun..." dedi. Yerlerimize oturup garsonun gelmesini bekledik. Tam o sırada Anna aniden ayağa kalktı.
"Oooo,David sen burada mı çalışıyorsun?"
Garson gelip Anna'ya baktı.
"Tanrım Anna,çok değişmişsin. Tanıyamadım sarı çiyan,vaov anlatamıyorum. Küçükken sıska solucan derlerdi sana. Ehhh,aslında hâlâ zayıfsın."
"Heyyy,David. Hiç kibar değilsin,normal bir şey aslında."
David gülerek "Siparişleri alayım."dedi. Kızlar kafalarını menüye dikerken ben de ellerime diktim. Kafamı avuçlarımın içinden kaldırıp kızlara baktım.
"Ben bir şey yemeyeceğim."
İkisi kafalarını hızla kaldırıp bana baktı.
"Neee??!!"
Kafamı salladım. Yine yüzlerine baktım. O sırada arkamda bir el belirdi. Tam omzumda. David'e baktım. Bakışlarım "Arkamı döneyim mi?" diye soruyordu. Kafasını salladı. Arkamı döndüm. Adrian bana bakıyordu. Yanağımı öpüp "Solmuşsun yine prenses." dedi. Drac bana bakıp gözlerini yere dikti. Adrian Anna'nın,Drac'te benim karşıma oturdu. Patrica bol soslu büyük boy ekmekte tavuk,Anna limonata (evet sadece limonata),Adrian ise ıstakoz sipariş etmişti. Ben ve Drac birbirimize baktık. Ve hiç farketmeden aynı anda "Cheescake" dedik. Hızla gözlerim onu buldu. Kafamı öbür tarafa çevirdim. David sanki masadaki gerginliği farketmişti. "İçecek?" diye sordu. Kafamı kaldırıp "Sıcak çikolata" derken Drac'te "sıcak çikolata" dedi. Sinir ile gözlerine baktım. Ve yine aynı anda konuştuk.
"Beni tekrar etmesene!"
David iyice gerilmişti. David'in gözlerine baktım ve;
"Bir şey istemiyorum." diyerek çantamı aldım ve üç masa ilerideki masaya oturdum. David siparişleri hazırlayıp bizimkilerin masasına götürüyordu. İşi bitince yanıma geldi. Karşımdaki sandalyeyi çekti. Bana baktı ve konuşmaya başladı.
"İyi dinleyiciyimdir. İyi de sır saklarım. ;-) "
"Hayatım berbat geçiyor. Berbat! Sevdiklerim benden uzaklaşıyor,hayatımdaki salakça şeyler yüzünden hepsi benden nefret ediyor. Zor zamanlar atlattığımı sanıyordum. Şimdikiler daha da zor!"
"Drac ile gerginliğinizi farkettim Maria. Ancak ortada sıradan bir durum yok tatlım. Şöyle bir olayın içinden bakınca;bir erkeği seven kız ama sevmeyen erkek. Fakat aranızda tatlı veya tuzlu öyle bir şey yaşanmış ki ikinizde mutsuz ve umutsuzsunuz."
Bir süre öylece kaldım. "Cevap vermeliydim. Öylece durmamalıydım. Hadi Maria hadi!" düşüncelerimden sıyrılınca verdiğim harika üstü yanıt;
"Sen fal baksana!" oldu. Gülümsedi. Ayağa kalktı,defterini ve kalemini alırken göz kırptı. Tam gidecekken hafif dönüp "Gülü seven dikenine katlanır." dedi ve gitti. Aslına bakılırsa haklıydı. Çantamı aldım. Lokantadan çıkıp taksi tuttum. Binerken gözüm lokanta masasında dalgınca oturan Drac'teydi. Sonra aklıma David'in sözleri geldi.
"Haklı." dedim. "Sonuçta GÜLÜ SEVEN DİKENİNE KATLANIR. "
Taksiye binerken kafam karışıktı. Hatta bu dalgınlığım yüzünden ne şoförüm Jake'e ne de korumam Ryan'e haber vermiştim. Telefonum çaldı. Taksi şoförünün dakik ve sinirli biri olduğu belliydi. Ben de dikiz aynasından doğru "Açayım mı?" mesajını ilettim. "Aç yavrum." dedi. Adamı süzdüm. Yaşlıydı. Amcam hatta dedem sayılırdı. Kendime gelip çantadan telefonu aldım. Kimin aradığına bakmadan açtım.
"Alo?"
"Neden geç açtığını,şu an neden evde olmadığını,okula neden gitmediğini,her şeyden önce aramalarıma neden geç ya da hiç cevap verilmediğini öğrenebilir miyim??!!"
Kim olduğunu ses dışında tanıyamamak imkânsızdı. Eğer beni arayan kişi açtıktan sonra uzun uzun konuşuyorsa hatta şikayet ediyorsa (neden şöyle,neden böyle gibi) garanti bu şahıs Nathaniel'dır. Yani üvey kardeşim. Yani yani üvey ağabeyim.
"Teker teker sorduklarını yanıtlayayım mı Nathan... Yani ağabey?"
Son anda kelimeyi değiştirdiğimi farkeden şoförün
"Ah şu ağabeyler?" dediğini duymuştum. O sırada Nathaniel cevap verdi.
"Hem de teker teker küçük hanım!!"
"Telefon çantamın dibindeymiş,arkadaşlarımla takılıyordum,okula gittim ama hastalandım,her şeyden önce telefon çantamın dibindeymiş!!!"
"....."
"Ve beni taa Miami'den doğru mu takip ediyorsun Nathaniel,pardon ağabey?"
"Ağabeylik sağolsun!"
"Grrrr! Sana Miami'de iyi eğlenceler!"
"Gözüm üzerinde bücür!"
"Ahhhh,Nathaniel yani ağabey!!"
Telefonu kapatıp dışarı baktım.
" *Allah belamı verdi!!!!"
Şoför dikiz aynasından bakıp
"Ağabeyin değil mi?" dedi.
"Evet."
"Çok çektim ben de yavrum çok. Herkes ağabeylik taslardı,sanki kendi ağabeyim yetmiyormuş gibi."
"Herkes mi?"
"Herkes ya,patronum bile!"
"Patronunuz kim ayıp olmazsa?"
"Ne ayıbı çocuğum? Bir patronum vardı,epey yakışıklıydı. Ofiste çalışırdım gençken. Neredeyse Dünya'yı ilgilendiren buluşlar yaparlardı. Patronum Nathaniel Blow'du. Tabii soyadını üvey babasından aldığını herkes bilirdi. Ağabeylik yapardı bana ama çok gıcıktı. Kendim ağabeyim ölünce anladım değerini. Şimdi her lafım için pişmanım."
Dedikleri üzerine bir süre kaldım.
"Nathaniel benim öz yani aslında üvey ağabeyim."
"Değerini bil yavrum.... Hadi bakalım,geldik küçük hanım."
Taksiden usulca indim. "Te-teşekkürler" diyerek eve girdim.
........................................................
Kapıyı açınca annem yanıma geldi. Kaşları çatıktı. Sinirli bir ifade ile bana baktı.
"Nathaniel bana her şeyi anlattı. Sanırım birileri açıklama borçlu. Değil mi?"
Ona baktım. Halsizliğim üstümdeydi. Gözlerimi kısarak "Halsizim anne." dedim. Bana bakarken yüzünde "Unutmuşum" der gibi bir ifade vardı. "Sorun değil" diyerek odama yöneldim. Kafamda milyonlarca ses konuşurken dinlenmek zor olacaktı. Aptal içgüdülerimin sesleri ile uyumuştum. Telefonun titremesi üzerine kendime geldim. Açtığımda Anna tarafından 16 cevapsız arama,15 mail,14 whatsapptan,13 facebooktan,12 de messenger mesajlar vardı. Onu aramaya niyetli değildim. Aşağı indim. Hizmetçimiz Rossy yemekleri hazırlamıştı. Babam ofisten çıkmış eve geliyordu. Üzerimi değiştirme bahanesiyle odama çıktım. Bilmediğim bir numara arıyordu. Şaşırarak numaraya baktım. Endişelenerek açtım.
"A-alo?"
"Hey,Maria nasılsın?"
"David!Numaramı nasıl buldun?"
"Anna sağolsun!"
"Ahh,evet iyiyim."
"Peki bir ihtiyacın olursa ben burdayım kapiş?"
"Hah ha ha! Kapiş!"
Telefonu kapatınca yüzüme bir gülücük serpilmişti. Üstümü değiştirip tatlı bir elbise giydim.Merdivenlerden inip mutfağa geçtim. Babam gelmişti. Sofraya oturduk. Bana sinirle bakıyordu. Yalandan öksürüp boğazını temizledi.
"Okuldan haber geldi."
"Hasta olmuştum ve eve geçtim."
"Nathaniel senden haber almakta sıkıntı çekiyormuş."
"Bunu onunla konuştuk."
Gözlerini bana dikti.
"Mantıklı açıklamaların bunlar mı?"
"Seni ilgilendirmez!"
"Bu zamanın gençleri üvey babaya saygı sıkıntısı çekiyor."
"Bunları her zaman konuşuyoruz."
Oturaktan kalkıp hole geçiyordum ki babam bağırarak;
"MASAYA OTUR!" dedi. Ona döndüm ve "Vayy cesur!" dedim. Hırsla tekrar etti.
"OTUR ŞURAYA!"
"Bana bağıramazsın." dedim. "Öyle mi? Eğer buraya geçmezsen...."
"Ne yaparsın??!!"
Hızla sandalyesinden kalktı ve bana doğru yürüdü. İyice yaklaştıktan sonra sert bir tokat attı. Sarsaklanıp yere düştüm. Anneme baktım. Şaşırmış bir ifadeyle bir babama bir de bana bakıyordu. Ayağa kalkıp odama geçtim. Geniş ve büyük bir çantaya giysilerimi koyup telefonumu şarjdan çıkardım. Elbisemi çıkardım. Mavi kot pantolon ve beyaz bir bluz giydim. Telefon şarjımı çantama koyup kulaklığımı da ekledim. Son iki işimi de halledip yani saçımı çözüp ve telefonumu cebime koyup evden çıkmak için aşağı indim. Babam arkamdan bağırıyordu. Takmadım. Dışarı çıkınca telefondan David'i aradım.
"Alo Maria ne oldu?"
"Müsait misin?"
"Evette niye?"
"Bu gece sende kalabilir miyim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şizofrenin Hayatı
HorrorDüşünsene şizofrensin. Deli olduğunu düşünen ve hatta yüzüne söyleyen bir sürü insan var. Ve biliyorsun ki yarı bir delilik bir ruh hastalığı. Boş odalarda takip edildiğini sanmak ancak geriye döndüğünde tek gördüğün duvarlar. Tuhaf sesler duyuyor a...