1.Bölüm
Araba yolculuklarından nefret ediyordum, hayatımın büyük bir kısmını kaplasalar da. Nereden baksam üç senedir arabadan inmemiştim ve hala alışamamak komikti. Ön koltukta ve ilk kez sürücü kısmında değil çenem cam kenarına dayalı dışarıyı seyrediyordum. Arada sarsıntıyla çenemi çarpsam da elimi yerleştirip dengeyi sağlıyordum. Katy sürücü koltuğundaydı, hiç konuşmuyordu. Sekiz saattir o direksiyondaydı, yorgundu ancak bilerek sessiz kalıyordu ki sesinin çatallaştığı belli olmasın. Ve ben onu zorla aşağı indirip arka tarafa postalamayayım. Aynısını da o bana yapmıştı, bir gün boyunca uyumadan araba sürmemin delilik olduğunu söyledi. Ancak sürekli hareket halinde olmak demek güvendesin demekti.
Haksız değildi gene de, yorgundum. Hatta usanmış bir haldeydim, yan aynalarda ki yansımama baktığım zaman kendimi her geçen gün tanımakta güçlük çekiyordum. Besin yetersizliğinden mi uyku alma süremin beş saati geçmemesinden mi bilmem ikisinden de olabilir tabii ancak yirmi beş görünmem gereken yerde otuz beş görünüyordum. Önceden olsa moralim bozulurdu, kendimi bakım kremlerine verir hangi cilt bakım uzmanına görünmeliyim diye düşünürdüm. Herhalde saat aşırı doğal bakım maskesi yapmaya kalkışırdım. Ancak normalde olsa yani çok önce ki rutin hayatımda böyle bir deformasyonun oluşması imkansızdı. Ki şu an da ki bulunduğum durumda da muhtemelen sadece üç kişi kaldığımız için nasıl durduğumun bir önemi de yoktu hoş.
Uyumam için buradaydım, ancak uyuyamıyordum. Bir diğer sorunda buydu, uyku problemi beş senedir tepemdeydi ve hiç yakamı bırakacağa benzemiyordu. Benim için dönüm noktası demenin hafif kaldığı bir nevi sona benzeyen günden beri sağlam uyuduğumu hatırlamıyorum.
Phil ise arkada ve horluyor hatta öyle sağlam bir uyku çekiyor ki salyası başının altında ki yastığa süzülmüş bile.
Katy nihayet beni fark etti.
Çatallı sesiyle "Uyur musun?"dedi.
Cevap vermedim, ayağımla devrilmesin diye kılıcımı dengeledim ve "Nereye gidiyoruz?"dedim.
"Bildiğim bir yer var."
"Geçen seferki gibi mi?"dedim imalı bir şekilde. Huysuzluk etmek istemiyordum ancak onun yüzünden son seferde az daha ölüyorduk.
Güldü, eliyle önüne düşen saçlarını geri atarken "Daha iyi bir yer, bunu başıma kakıp durma."dedi.
"Odanı o ergen vampir kıza vermiş olmalılar."dedim. Saklanma yeri olarak Katy kendi evini gösterdiği günden ve evin içinden vampirler çıktığı günden beri ona nereye saklanalım, bildiğin bir yer var mı ya da ne öneriyorsun gibi sorular sormuyorduk. O kendi atlıyordu, ben hallederim diyordu ve biz yine de onu dinlemiyorduk. Bugün hariç, ona bir şans vermeyi düşündüm bu defa. Tabii Phil uyanık olsaydı kıyameti kopartırdı.
Tekrar güldü ve burnunu çektiğinde uzanıp torpidonun üstünde ki peçeteyi ona verdim.
"Oraya bir gün geri dönüp odamı geri alacağım."
"Dolabını da al."
"Onun için döneceğim zaten."derken bana bakıp gülümsedi ve tekrar yüzünü yola çevirdi.
"Kat,"dedim iç çekip "Gözlerin kan içinde."dedim.
"Hiç şansın yok, ben iyiyim."
"Gideceğin yeri biliyorum."
"Hayır, bilmiyorsun."
"Tabelaları görmüyor muyum zannediyorsun?"
"Tabela kalmış mı?"dedi alay ederek.
İç çektim ve elimle saçlarımı geri atarken sırtımı dikleştirdim ve bacaklarımı kendime doğru çektim. Oturmaktan kıçım uyuşmuştu ve bunun hakkında şikayet edersem bana uzanmamı önereceği için çenemi kapattım.
"Ryan ile beni beş kez buraya çağırdığınızı hatırlar gibiyim."
Güldü ve "Dört."dedi.
"Uydurma."
"Tamam, beş. Her defasında da bahane uydurdun."
"Hiçte bile geldim ve bir de kardeşin huysuzdu."
Gözlerinin altındaki torbaları tasdik eden büyük bir esnemeden sonra "Öyleydi."dedi. Hüznünü görmem için yüzü gerekmezdi, hiçbir renk belli etmese bile ses tonundan bile anlayabiliyordum.
"Denizin kenarında değil mi?"
"Bir defa geldin ve ne çok şey hatırlıyorsun öyle."diye dalga geçtiğinde köşede duran çikolata parçalı kurabiye paketine uzandım.
"Hafızam iyidir."
"Orası sağlam olmalı, en azından bu kısımda olmamalılar. Toplandıkları yerler daha çok dış kesimler gibi ya da ... Her neyse."dedi ve bir esnemeden daha sonra ikincisi gelmeden "Umalım ki yalnız olalım."dedi ve ikincisi daha kocamandı. Eliyle ağzını kapatmak yerine bu sefer kafasını koluna gömdü.
"Benzinci de değişeceğiz."
"Biliyor musun sanırım hayır demeyeceğim."
Yola girdi, temkinli olmak için yavaş ilerlemeye başlamıştı ki gözlerimi dört açtım. Tek bir kıpırtı aradım, kimse yoktu. Genellikle avlanmak için benzinlikleri ya da alışveriş merkezlerinin olduğu noktaları tercih ediyorlardı. Sağ kalanların buraya gideceklerini tahmin etmek zor değildi. Biz şanslıydık, muhtemelen saldırının gerçekleştiği ilk gün kapının önüne değil de bir arka sokağa araba park edilmiş olsaydı küçük ekibimizden sağ kalan üç kişi de olmazdı.
Benzinliğin önüne çekti, neye önlem alıyorsa hep taktığı emniyet kemerini çözdü. Bende kılıcımı sırtıma asıp aşağı atladım ve tabancamın şarjörünü çektim.
"Ne?"dedi sese uyanan Phil.
"Devam et."
"Geldik mi?"
"Hayır, durduk."
Doğruldu hemen, ön perçemlerini geri attı. Artık o siyah yağlanmış uzun saçları yıkaması gerektiğini ona söylemek yerine arabanın kapısını kapattım ve onun tarafında ki kapıyı da insin diye açtım.
"Tabii yardım etmen fena olmaz,"dedim ve kemerimde ki diğer tabancayı ona fırlattım. "Dört göz oluruz, ikisi çapaklı olsa da."dedi.
Homurdandı ve aşağı inerken ceketini çıkartıp beyaz tişörtü ile kaldı.
"Artık uyumak istiyorum."
Benzin pompasını yerinden kaldıran Katy bize güvendiği için marketin olduğu tarafa rahat rahat arkasını döndü ve depoyu doldurmaya başlarken "Az önce ne yapıyordun?"diye sordu.
Phil gülümsedi ve gözlerini kırpıştırıp "Kestiriyordum."dedi.
Çıt!
Tabancamı gelen yöne çevirdim. Arabanın kör noktasına, sürücü koltuğuna doğru kalan kısma. Senelerdir alışmamış gibi yine kalbim ağzıma geldi, nefesimi tuttum ve yavaşça dolanmaya başladım. Bunu çok yaşamıştım, yarısından fazlası boş çıksa da diğer bir yarısı tıslayan vampir ile burun buruna getirmişti beni.
"Ne?"
"Şşş."dedim Phil'e.
Homurdandı ve markete dönük durup hazırda beklemeyi sürdürdü.
Ön kısımdan dönmüştüm ve aptalın arka bagaj tarafına çöktüğünü sarkana ceketinden gördüm. Sanki görmemiş gibi arkamı döndüğümde enseme çökeceğini bildiğimden kolumun altından tabancayı geçirdim. Adımlarını duyabiliyordum, tetiği çektim ve başından giren kurşun ile yere serilişini duydum.
"Lanet!"dedi Phil. O an kurabiyelerimden aşırmış olmalı ki ağzındakini tükürdü ve arka arkaya ateş etmeye başladı.
Koşarak marketten çıkan beş vampir bize doğru geliyordu. Katy yandaki koltuğa geçerken sürücü koltuğuna atladım ve gaza bastım.
Arkamızda çalışan araba ve motosiklet seslerini duyduğumda Katy derin derin nefes almaya başladı.
"Yine mi?"diye öfkelendi Phil.
Astım krizi geçirmeden önce her sinyal verişinde Phil bunu söylüyordu, doğrusu bende bıkmıştım. Elinde değildi elbette ama birbirini her gün görmek tahammül edebilme kısmını ortadan kaldırıyor, ufacık bir şeye tahammül edemediğin gibi ciddi bir olayda önemini yitiriyor. Çantasında ilacı aramaya koyulduğunda Katy'nin beceriksizleşen ellerinin önüne geçmek adına Phil atıldı.
Mecburen yolun ilerisini göremesemde ibre gittikçe yükseliyordu ve onlarda gittikçe yaklaşıyorlardı. Gazı sonuna kadar köklerken kontrol sağlamak acı verir hale geldi. Ve bu kadar virajlı bir yolda kaza yapmadan gidebileceğime inanmıyordum üçüncü sert dönemeçten sonra. Burayı hatırlıyordum, gündüz bile gitsen kaza yapma riskin çok yükseti. Kat'in kemer takma alışkanlığı ile dalga geçmeden önce iki kez düşünmem lazımmış demek ki. Gün doğmasına hala iki saatten fazla vardı ve gece lambalarının hiçbiri yanmıyordu. Önümü sadece cipten yayılan ışıklar sayesinde görebiliyordum. Yeterli değildi.
Soldaki boşluğu göremeyip son dakika kırdığımda "Dikkat et!"diye cikledi Phil.
Hatta benim peşime takılıp dikkatsiz davrandığı ve tabii ki o da bir şey göremediğinden motosikletlinin biri aşağı boyladı.
"Hu hu!"dedi Phil ve camdan elini uzatıp rastgele ateş etmeye başladı.
Katy nefes almaya çalışırken ilacı bulmuştu ve ona resmen sarılı vaziyette top şeklini almıştı.
Phil şarjörü bitince yeni şarjör aramak için bir kez daha sırt çantasına daldığında arkadan karşılık gelmeye başladı.
"Şimdi mutlu musun onu kışkırttın işte!"dedi Katy.
Phil'in inanamayan gözlerle ona baktığını aynadan gördüm. Ellerini iki yana açmış "Deli misin sen? Onlar vampir. Buraya arkadaş olmaya mı geldiler sence?"dedi ve kurşunlardan biri arka camdan girip omzunu deldiğinde olduğumuz yere iyice çökmüştük.
"Bir şeyin yok ya."dedi Kat korkuyla.
Bende arkamı dönmeye çalıştığımda "Megan yola bak!"diye azarladı beni "Sadece omzum bir şey yok."derken dişlerini sıkıyordu. Tam o sırada arka tekerleklerin ikisi de aynı anda patladı.
Arka arkaya ikisi de küfretmeye başladılar, hatta Katy'i ilk kez küfrederken duydum sanırım. Ne yapacağımı kestirmeye çalışıyordum. Birincisi heyecandan kusmamalıydım. İkincisi sanırım aşağı uçmak en kötü son olurdu. Frene basıp durmalı ve onlarla savaşmalıydık.
Tabii ki bunu yapmayı denesem de hızı zamanında kesemedim. Frene iki ayağımla yapıştım, işe yarayacakmış gibi direksiyonu iki elimle kendime çekiyor bir yandan da sağa doğru kırdığım halde daha fazla baskı uyguluyordum. Yılan gibi kıvrılan yoldan aşağı giderken ağaçların dallarına çarpa çarpa gidiyorduk ve nihayetinde büyük bir dal camı kırdı. Ardından da ön kısımdan büyük bir gövdeye çarpıp araba sayamadığım kadar takla atmaya başladı. Sonunda ne olur tekerlekler üstünde duralım desem de tepetakla durduk ve boynumu nasıl kırdığımı bilmediğim şekilde zemine pelte gibi düştüm. Daha doğrusu zemine değil, arabanın üst düzlük kısmına. Katy şanslıydı. Her nasıl becerdiyse o hengame de yine emniyet kemerini takmıştı ve baş aşağı istifini bozmadan duruyordu. Phil'de benimle aynı durumdaydı. Arabanın üstünün açılır camında boylu boyunca yatıyordu.
"Phil, Kat. Kalkın."dedim ve tabancalarımın ikisini elime alırken tekmemle yanımda ki camı kırdım. İyi hissediyordum, sadece kesikler vardı, bir de omzum ile bacağım zedelenmiş gibiydi. Böyle bir kazada mucize denebilir, gerçekten kendimi şanslı sayıyordum. İçimi ferahlatan tek şey bunda bile ölmemiş olmaktı. Ve buradan sonra da vampirlere yem olamazdım.
Kalkabilirdim ama tek başıma kalkmam bir işe yaramazdı.
Katy'i kolundan yakalayıp deli gibi dürttüm ve uyanmayınca elimi burnuna koydum. Nefes alıyordu, aynı şekilde Phil'de öyle ve muazzam bir zamanda bayılmışlardı.
Kılıcımı arayacak vaktim yoktu, dışarı kendimi çektiğimde arabalar düştüğümüz kıvrımlı asfalta park etmişti. Ve motorları duran araçların ışıkları bir bir söndüğünde karanlık ormanın içinde onları da göremez oldum. Bize doğru geliyorlardı, el fenerlerini açtılar. Benim –ki el fenerim çantamdaydı- ışık yakmam demek ben buradayım demek olurdu. Yokuştan aşağı iniyorlardı, hızlıca.
Arabanın yanan farlarını hızlıca kırdım ve eğilip "Kat, Phil. Hadi!"dedim ve Katy'nin tarafına dolandım. Kemerini çözerken kılıcımı da buldum. Onu aşağı alıp çalıların üstüne yatırırken kılıcı yanına bıraktım ve camdan bir kez daha içeri girerken dizlerimin bağı çözülmüştü, bayılacak gibiydim. Her en ensemden yakalayacak bir ele karşı hem temkinli hem savunmasızdım.
Phil'i çekmek daha zordu. Yarısı kadardım ve iki metrelik herifin neresinden çeksem boşa bir çabaydı.
Ayaklarımı koltuklara takıp bir elinden asılmaya başlamıştım ki inledi.
"Tanrıya şükür, Phil! Kalk, hemen."dedim.
Gözlerini açtığında "Lütfen, şimdi, oyalanacak vakit yok. Geliyorlar."dedim.
Kendine gelmeye başlamıştı, en azından söylediklerimi kavradı ve dirseklerinin üstünde doğrulmak gibi bir hataya düştü. Camlar doğruca dirseğinden içeri girdiler. İnledi ve zıplayınca başını çarptı.
"Ah!"dedi.
"Şşşş!"dedim ve onu kolundan yakaladım.
"Katy nerede?"
"Kat dışarıda, hadi yürü."
Ben süründüm, o da arkamdan sızlanarak geldi.
Katy'i karanlıkta el yordamı ile aradım ve kolunu yakalar yakalamaz oh çektim.
"Onu kaldır, kendinde değil."
"Sen ne yapacaksın?"
"Arkanızdan geleceğim, hadi."
"Yolu bilmiyorum."
"Düz git."
Katy'i sessizce kaldırdığında botları ses çıkartıyordu.
"Ayakkabılarını çıkart."diye fısıldadım.
Kabul etti ve Katy'i bırakmaya çalışınca "Söylediğimi unut."dedim ve eğilip onun yerine ben halettim. Kendiminkileri de çıkarttım ve dört parçayı da bir elimle yakalarken ikisinin ölü fare gibi koktuğunu görmezden geldim. Şimdi değil.
Phil'in arkasından giderken sık sık arkama baktım, fenerler araba enkazına yaklaşmışlardı bile
Sanırım bu kaza kurtuluş biletimiz olmuştu, inip dövüşmek şimdi bakınca intihar olurmuş. Ama karanlık hiç değilse daha uygun bir yerde karşılaşmak için avantaja dönüşmüştü, böyle olabileceğini tahmin bile etmezdim. Yüreğim ağzımdayken hala umut vardı, hala yürüyorduk ve onları kendimize çekip gafil avlayabilirdik.
Rüzgarın yaprakları kımıldatmasından ve arada bir dal parçalarının çok hafif çıt sesinden başka bir şey duymuyordum. Soluğumu dizginleyip yol boyunca en az gürültülü hale getirmeye çalıştığımda ormanlık arazi sona erdi.
"Nereden?"
"Doğruca aşağı in, o gördüğün büyük ev."
Denizin üstünde belirmiş parıldayan ay ve yıldızlar az da olsa yazlık evini aydınlatmaya yetiyordu. Phil yokuştan aşağı önünü görmek için boynunu uzanmış inerken Katy'i bir sağa bir sola çevirip durdu. Ben de daha görünürde olduğumuz için daha sık arkamı döndüm.
Buraya en son on yedi yaşında gelmiştim ve yine de hala aynıydı, uzun zamandır gelinmemiş olsa da ihtişamından birşey kaybetmemişti.
"Buraya girmek intihar..."dedi ve boğazını temizleyip "Daha görünür bir yer yok mu?"dedi.
"Onları içeride daha rahat gafil avlanırız, hem başka yol yok ki."
"Araba bulamaz mıyız?"
"Şanslıysak buluruz, hadi devam et."dedim ve onu iteklemekten son anda vazgeçtim, bunu alışılagelen bir refleks olarak yapacaktım ki bu ikisinin de sonu olurdu.
Nihayet düzlüğe geldik ve koşarak önüne kadar geldik. Evi saran duvarın etrafından dolandık ve demir kapıya gelince içeriden açıldığı için tırmanmaya başladım. Yukarıdan içeri de ya da dışarıda farketmeden araba aradım, Phil de aynısını yapıyordu ama sonuç hüsran. Aşağı kendimi saldığımda bacağımdaki hasarın sandığım kadar ufak olmadığını anladım.. Tüm bacak sallanınca tüm bağları birbirinden ayrılmış gibi geldi, zonkladı, diş ağrısı gibi sızladı derinden ve sanki yerinden çeksem çıkacakmış gibiydi.
Kilidi açtım ve kapıyı aralayıp Phil'i içeri aldıktan sonra yine aynı şekilde kapattım.
Verandaya ulaşan taşlık yolda ilerledik. Alt katın yukarı doğru sürgülü açılan penceresinin alt kısmını yakaladım ve araya bıçağımı sokup gevşettim. Camı kaldırdım ve geçmelerine öncelik tanıdığımda el fenerinin ışığını yokuştan aşağı inen bir süzme şeklinde görür görmez arkalarından içeri atladım. Pencereyi indirdim ve "Çatı katına götür onu ve kapıyı kilitle, ikimiz onların hakkından gelmek zorundayız."dedim.
"Bu kadar kalabalık-"
"Ne dediysem onu yap, Phil."
Merdivenleri çıkıp koridora çöktüm ve Phil'in üçüncü kattan aşağı inmesini bekledim. Bekledim, bekledim ve nihayetinde inmeye başladı. İstediği kadar sessiz olsun nereden baksan seksen kilo ederdi ve her yürüdüğünde parke merdivenler esniyordu.
Yanıma geldi ve benden tabancayı aldı.
"Yapabilecek miyiz?"
Başımı salladığımda iki tane cam kırıldı ve kapıya ilk tekme indi. Köşeye çekildik ve sadece ben aradan baktığımda kapı da açıldı ve içeri giren adamı gördüm. Elinde tabancasıyla etrafına bakındı ve "Kimse yok mu?"diye on vampirden sekizinin klişe esprisini yaptı, bunu duymaktan yılmıştım.
Phil'e baktığımda tedirgindi, artan adım sesleriyle en azından onun yüzünde ki ifade makul sayılırdı. Kendiminkini hayal bile edemiyordum.
"Hu hu!"dedi adam aşağıdan.
Koridorda geri geri yürürken Phil sırtını sırtıma dayadı ve dışarı açılan pencereyi kolladı. Uzanıp dışarı baktığında gelen giden olmadığını görse de merdivenler çıkılmaya başladı.
"Burada olduğunuzu biliyorum!"
Nihayet adam görünür hale geldiğinde diğer merdivenin duvarına sinmiştik.
"Yukarıdalar!"dedi eğlenceli sesin sahibi.
Koşan adım sesleri.
Phil gerginliği üstünden atmasını sağlamayacak olsa da zedelediği boynunu esnetmek adına boynunu çıtlattı.
"İşte başlıyoruz."dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı Kar
VampireDünyanın vampir istilasına uğraması ve insanlığın büyük kısmının katledilmesiyle sağ kalanlar yaşam mücadelesi verir ancak insanlık neredeyse tükenmiştir. Bunun sonucunda hayatta kalma savaşı verenlerden Megan Sheen arkadaşlarıyla beraber yoluna dev...