Okumaktan hiç mi hiç haz etmediğim zamanlarda, ortaokulun ilk senelerinde öğretmenlerimin bana dayattığı ve okumak zorunda kaldığım klasiklerden bir kitap vardı. John Steinbeck'in İnci isimli Romanı...
Şu zamana kadar Kibritçi Kız dan sonra kelimenin tam anlamına dehşete düştüğüm tek kitaptı. Nasıl ki Kibritçi Kız soğuktan donarak ölmeden önce o parıldayan yıldızı görüp de yüreğime büyük bir yara açtıysa balıkçının oğlunun ölümü de aynı derecede canımı yakmıştı. Balıkçı Kino'nun eşinin şalına sarılı, cansız bir şekilde sarkan bebeği asla unutamam. Tüm bu vahşete devasa, kocaman bir incinin sebep olduğunu da...
Şimdi kendi hayatıma bakınca benim de kendime has, lanetli bir incim vardı. Beni Luhan'a kavuşturan o portakal halkaları aynı şekilde bizim ayrılmamıza da sebep olmuştu. Hatalı olduğumun farkındayım. Yine de Luhan'ın mükemelliğine sığınıp kusurlarımı örtecek kadar onursuz da değilim. Luhan'ı üzdüğümün farkındayım, fakat en iyisi bu. En doğrusu bu.
Luhan'ın yanında sönük bir kaya parçası gibi durmayı engelleyemedim. Elimden gelen her şeyi yaptım. Luhan'ın dikkatini çekmek için aylar boyunca sayısız kitap okudum. Onun ilgisini çekecek kitapları listeledim. Umutsuzluğa kapıldığımda ve olduğumdan da değersiz hale geldiğimde aramızdaki tüm bağları keserek onun mükemmelliğinin önüne geçmemeye çalıştım. Benden daha iyilerinin olduğunu göstermek için kafa dengi insanlar ile arasını yapmaya çalıştım. Tüm bunlara rağmen... Her şey ters gitti.
Luhan tarafından reddedilişim o aptal portakalları dikine kestiği gün gerçekleşti. Yanağıma bıraktığı o aceleci öpücük benim için bir veda öpücüğünden ileriye gidemezdi. Luhan'ı daha iyileri için terk etmem gerekiyordu...
Öyle ki, geçen sene mezun olmuş Park Chanyeol karşımda dururken ve yakamı kavramış, bana öfke ile tehditler savururken bile bundan vazgeçmiyordum.
Chanyeol Hyung tahmin etmediğim bir anda karşıma çıkmıştı. Üzerime aceleci hareketlerle yürümüş ve tişörtümü kavrayarak usulca havaya kalkmamı sağlamıştı. ''Sana ne olduğunu bilmiyorum Kim Minseok.'' diye hırlayıveriyor etrafımızdaki insanları umursamazken.
''Seninle çekilmesi zor koca bir sene geçirdim ve tüm bu zaman boyunca Luhan'a tapıyordun. Ve Tanrı şahidim, Luhan'ın senden geri kalır yanı yoktu. Tanrı aşkına Minseok! Şimdi bu tavırlar da neyin nesi?''
''Hyung!'' Kaşlarımı çatıp beni bırakmasını umarak ayaklarımı sallandırıyorum. ''Ne yapıyorsun?''
Chanyeol samimiyetsiz, sinir bozucu bir kahkaha atıp beni yere bırakıyor. Bu sefer biraz daha dibime girip çattığı kaşları ile baştan aşağıya beni süzüyor. ''Asıl bu soruyu benim sana sormam gerek. Ne yapıyorsun Minseok?''
''Hiçbir şey yapmıyorum!'' Sitemkar bir tavırla mırıldanıp kaşlarımı biraz daha çatıyorum. Bu, cevap bir açıdan doğruydu. Hiçbir şey yapmıyordum...
''Çocukça davranmayı kes Minseok. Kaç kişiyi incittiğinin farkında mısın? Onu da geçtim, neden hayatını mahvediyorsun. Luhan hayatımda gördüğüm en düzgün karakterli ve yaşına kıyasla karakteri oturmuş insanlardan biri. Ondan iyisini bulamazsın. Buna rağmen, onu neden bu kadar üzüyorsun. Şu anda senin yüzünden ağlıyor biliyor muydun?''
İşte bu yüzden, demek istiyorum. İşte tam olarak bu yüzden onunla aramdaki her şeyi bitirmek istiyorum. Ben, Lanetli İnciyi bulan Kino'nun ta kendisiydim. Şüphesiz Kino gibi çevremdeki insanları lanet ile mahvetmeden önce bu işe bir son vermeliydim. İnciyi denize atma gibi bir ihtimalim yoktu. Şu durumda yapabileceğim tek şey sevdiklerim için yalnızlığa mahkum olmaktı.
Ben Luhan'ın yarısı bile değildim. Luhan gibi olamazdım, olamıyordum. Beni özel kılan hiçbir şey yoktu. İnsan müsvettesinin tekiydim, Luhan'ı kirletmek dışında bir şey yapamazdım. Luhan'a yakışmazdım. Yanında olduğum sürece canını sıkar, sorun yaratır ve üzülmesine sebep olurdum.