Portakal Halkaları

792 63 20
                                    

Bu bölüm çocukluğu özel kılan her şey aşkına...

***

On yaşımdayken, yaklaşık on beş kişilik bir akran grubum vardı. O zamanlar çevremdeki herkes amaçsızca oyun kartları biriktirir ve bunları sonsuza dek saklayacaklarını söyleyerek kendilerini kandırırdı. Bu oyun kartlarını toplamak on yaşındaki bir çocuk için son derece zor bir işti. Çünkü bu oyun kartları sadece patates cipslerinden ve kolaların dönemsel kampanyalarından çıkardı.

Tıpkı diğer herkes gibi, benim ailem de patates cipslerinin ne kadar iğrenç bir ortamda yapıldığı ile ilgili nutuk çeker. Kızartma tencerelerinin yıkanmadığını, bilmem kaç yüz kere aynı yağı kullandıklarını söylerdi. Zamanın gözdesi kanser hastalığına ise cips yiyerek yakalanabileceğimiz konusunda uyarılarda bulunurlardı. Adını bile hatırlamadığım böceklerin kola yapımıza suç ortaklığı ettiğini, çayır farelerinin pres makineleri ile birlikte kolanın özüne katıldığını. Kolalara lezzet katan 'sihirli maddenin' bu olduğunu iddia ederlerdi.

Büyük babam bu kart çılgınlığını kendi zamanındaki gazoz kapağı koleksiyonlarına benzetirdi. Şekerli ve sağlıksız gazozları idrar kesesi es bayrağını çekene kadar içer, ardından karın ağrısı ile hatırı sayılır deneyimlere kucak açarmış. Ve tıpkı bizim gibi, onun zamanında da bunu yapan tek kişi değilmiş.

Ama tıpkı büyük babamın da anlattığı gibi, ne bende ne de arkadaşlarım da adını bile heceleyemediğimiz hastalıklara boyun eğecek göz vardı. Oyun kartları o kadar etkileyici ve popüler bir şey olmuştu ki, ben on yaşındayken hayatımdaki en büyük macera ailemden gizlice odama cips paketleri taşımak olmuştu.

Ve ben yine on yaşımdayken, düzinelerce hilekâr oyun kartım vardı.

Anlayacağınız üzere on yaşındayken de sıradan biriydim. Bunların anlamsız olduğuna dair edebi cümleler kurup yaşıtlarımı hor görmezdim. Tahmin edeceğiniz üzere yaşıtlarımın aksine kendimi odaya kitleyip saatlerce kitap okumaz, kız oyuncaklarına ilgi duymazdım. Sıradandım. Haşere, iflah olmaz ve ziyankâr bir çocuktum.

Beni onlardan farklı kılan tek şey o kartları asla atamamış olmamdı. Ve bu sefer yaşıtlarımın aksine kartları asla atamayacağım konusunda değil, o kartları atmamak konusunda kendimi kandırıyorum.

Sanırım büyümenin ne demek olduğunu da o zaman anlamıştım.

Fakat büyümeye ilk karşı çıkışım, daha doğrusu büyümekten ilk defa korkmaya başlamamın daha trajik ve ağızda tat bırakan bir hikâyesi vardı. Büyümenin ne demek olduğunu Ocak ayının sonlarındaki talihsiz bir gecede öğrendim.

O zamanlar on iki yaşında falandım. Liseye geçmeme bir seneden daha az kalmıştı ki, belki de 'bir çocuk olarak' geçireceğim son sömestr tatiliydi. Ürkütücü bir şekilde bunun farkındayım. Beşinci sınıftayken benden üst sınıfta olan bir ablanın lise telaşını kendi gözlerimle şahit olmuş, ilerleyen yıllarda da öğretmenlerden gelen göz korkutucu tehditler ve yerel halka özgü hayalet efsanelerini aratmayacak lise trajedileri ile bir güzel harmanlanmıştım. Bir seneden daha az bir süre sonra hayatımın en rezil mekanına geçeceğimi bilmek, göz ardı edilemeyecek bir yas yavaşına büründürüyordu insanı.

Sömestr tatiline girmeden önceki son günleri gerek ailelerimizin davranışları, gerek doğduğum andan itibaren en sık gördüğüm üçüncü yüz olan, adeta Min Hyo diyebileceğim kuzenim Min Hyo'nun gelmesini bekleyerek geçiriyorum. Son bir haftada hülyalı bakışlar eşliğinde burnumda tüttüğüm kuzenim gelince yapacağımız tonla şeyi planlamakla harcıyorum. Kuzenim Min Hyo da benim gibi son sınıf öğrencisiydi. Aramızda bir yaş bile yoktu ve her ne kadar kedi köpek gibi kavga etmemiz beklense de kavgalarımız bir dizi laf cambazlığını geçmiyordu.

Beauty On The Breeze // xiuhan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin