Calamity Jane

250 41 9
                                    

Bu bölüm başarısız kurabiyelere ve onları yiyip cesurca kendini feda eden babalara gelsin...

***

Şanssızlıklarımı terazinin bir kenarın, başarılarımı ise bir kenarına koysam sıradan olan her insan gibi benimki de eşit çıkardı. Kimi günler iyi geçer kimi günler kötü geçerdi. Luhan etrafımdayken bu dengenin bozulduğunu hissediyordum.

Luhan'ın benim en büyük şanssızlığım mı yoksa başıma gelen en güzel şey mi olduğuna karar veremiyorum. Luhan ile tanıştığımdan beri, var olduğum her saniyeyi ona hayranlık duyarak geçiriyorum.

Berber geçirdiğimiz sömestr tatili bittiğinde aramızdaki bağı hiç kopartmadık. Sevimli ve uzun uzadıya süren, ailelerimiz sessiz ikazları ve kızgın bakışları ile sonlanan telefon konuşmaları ile ikimize has, dostluktan kalemizin temellerini attık. Bir dönem, tahmin ettiğimden daha hızlı geçti. Belki de koca bir dönemin göz açıp kapayıncaya kadar geçmesini sağlayan benim pastel renkler prensim, Luhan'ın ağzından çıkan her cümlenin kendi çapında bir darbeye dönüşmesiydi.

O zaman çerçevesinde almış olduğum, alabileceğim en güzel haber bir Salı günü okuldan geldiğimde bana iletilmişti. Luhan yaz tatilinde, koca bir ay boyunca, milyonlarca anıya sahip olabileceğimiz koca bir ay boyunca, burada olacaktı. Çikolatalı sütümüz aynı marketten alınmış olacak, giysilerimiz aynı deterjan ile, aynı makinede bilmem kaç dönüşü iç içe aynı su ve köpük karışımı içinde geçirecekti.

Bu haber yüreğime tarifsiz bir ağrının saplanmasına sebep oldu. Birkaç gün boyunca uyuyamadım, şiş gözlerle dolandım. Mutluluktan saçmalıyor, heyecandan kendimi rezil edecek şeyler yapıyordum. Beni kendimi getiren tekrardan Luhan olmuştu.

Onun bir aylık ziyaret haberini aldıktan dört gün, altı saat ve otuz iki dakika sonra telefonum bilindik, haz etmediğim bir melodide çalmaya başlıyor. Telefonumun o kulak cızırtısı yaratan iğrenç melodisi çalmaya başladığında ve kulak kepçemden iç kulağıma kadar ilerleyen ses dalgaları zihnimde ateşe tutuştuğunda apar topar banyodan çıkıyorum. Merdivenleri ikişer ikişer inip, savsak adımlarıma kıyasla gerçekten büyük işler başardığıma eminim.

Şansıma salon boştu. Dalışa hazır bir dalgıç edasıyla kendimi koltuğa fırlattım. Telefon, ellerim arasında biçimsizce kaldı bir süre. Ellerim heyecandan titriyordu, bu durum telefonu her seferinde açmamı birkaç saniyeliğine de olsa geciktiriyor.

''Han!'' neşeyle şakıyorum telefonun öbür ucuna doğru. En yakın ve ebedi arkadaşımın iç gıdıklayıcı kıkırtıları kulağımı dolduruyor. Dudaklarım aralık, kocaman bir gülümseme ile onu dinliyorum.

''Minnie!'' Beni neşeyle yanıtlıyor. ''Özledin mi beni?''

''Evet!'' hızla cevaplıyorum onu, sanki beni görebilecekmiş gibi kafamı iki yana sallayıp onaylıyorum. Bakışlarım odamda geziniyor. ''Buraya geleceğin günü iple çekiyorum. Tanrım Luhan! Çok eğleneceğiz!''

''Ben de çok heyecanlıyım.'' Diyor Luhan aynı samimiyetle. Ardından iç çekiyor. ''Okul kapandığında ilk olarak eve gitmem gerek. Fakat en fazla bir ay kalacağım orda. Seni o kadar özledim ki! Min Hyo'dan bıktım artık. Sen ondan kat kat daha eğlencelisin.''

''Ağzım kulaklarımda, genişçe sırıtıyorum. Küçüklüğümden beri Min Hyo ile yılbaşlarında bile kavga etmezdim. Kıskanç biri olmamıştım hiç. Bu durum Luhan ile tanıştığımda değişmişti. Hatta başlarda Min Hyo ile sessiz bir savaşa girmiş, Luhan'a sezdirmeden onu elde etmeye çalışmıştık. Bu durum komikti. Çünkü küçük bir çocukken ve Min Hyo ile aynı odada kalırken annem ve teyzem odamızı toplamamız için milyonlarca numara yapar. Hangimiz kendi eşyalarını daha hızlı toplayıp yatağını daha çabuk düzeltirse ona şeker vereceğini söylerdi. Min Hyo ile bakışır, ardından annelerimiz odayı terk ettiğinde yere çökerek aynı dağınıklık içinde oyun oynamaya devam ederdik. Sonuç olarak, annelerimiz söylene söylene odaları kendileri toplardı.

Beauty On The Breeze // xiuhan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin