Ayak İzlerinin Pesinde

200 41 35
                                    

"Sobanın o üstüme sinen kurum kokusuna bayılıyorum..."

Yoğun karın ve ormanın ortasında güneş batmaya yakın , pencerelerinden sarı ışığı süzülen bir kulübe vardı.Ellerini sobanın verdiği ısıya doğru uzatan genç kız halinden baya bir memnundu , çünkü artık akşam olmuştu ve sobanın sonuna kadar harlandığı zamandı. Aşırı sıcak olduğunu bilmese kollarını açıp sarılabilmeyi hayal edeceği ateş çiğneyip odunla beslenen kapkara bir soba...

Ateşi tutabilmek , diye içinden geçirip iki elinin avuçlarını birbirlerine kavuşturmakla yetindi.

Anne ve babasıyla küçük , mütevazi kulübelerinde yaşıyorlardı.Öyle çok dar ve boğuk değil , ama idare ederdi. İki katlı , tamamı ormanın kendisinden toplanan ve büyük bir sabırla elle oyulmuş odunlardan oluşan kulübenin yalnızlığı da Nuna'nın yalnızlığı gibiydi.

İnsanlardan uzak , kalabalıktan uzak...

Kendisini bildi bileli buradaydı. Büyük babasının seneler önce yaptığı evin bu kadar sağlam kalabilmesine hep hayret ederdi.Onunla ilgili hatıralarında belli belirli kesitler vardı , fakat hepsini birleştirip anlamlı bir görüntü ortaya çıkartmayı bir türlü başaramamıştı.Hayvanlarla ilgili masallarını hatırlıyordu sadece.Bazen ormanı dinlerken onların seslerini duyabiliyordu.

Fakat sessizliği de seviyordu.Ormanın sakinliği ona huzur veriyordu.

Her şey yerli yerinde ve akşam yemeği hazırlıkları da tamamdı.Sadece babasının avdan gelmesini bekliyordu.Çocukluğundan beri her akşam babasının gelmesi için sabırsızlanırdı. İçindeki o heyecanı hiç kaybetmemişti.

Uzun kumral saçlarını elleriyle toparlamaya çalışıp etrafı kolaçan ederken evin kapısı güçlü bir şekilde açıldı.Kapıdan beliren annesi , sert bir şekilde açtığı kapıyı yine aynı zorlukla yerine yerleştirdi ve

"Her şey hazır mı Nuna ? , diye gülümsedi. Nefes alıp verdikçe ağzınızdan pıtır pıtır beyaz dumanlar çıkıyordu.

"Birkaç eksik olabilir" , diye düşünceli bir cevap verdi.

Annesinin şaşırmış bakışlarını görünce hemen küçük bir kahkaha atıp ,

"Şaka yapıyorum" diyerek yanağına sıcak bir öpücük kondurdu.

Dışarının yorucu hava şartlarının etkilerinden kurtulmaya çalışan kadıncağız üstündeki kürkü çıkartıp , bir ki nefes alabilmek için kendisini önündeki tabureye bıraktı.

Nuna , belindeki hançeri kavrayıp kapıya doğru yöneldi.Kapının kenarlarındaki donmuş karı çıkartmaya çalıştı.Sonra annesine ,

"Artık tamir edilmesi gerektiğinin farkındasınız değil mi?" , diye muzipçe güldü.

"Baban halleder kızım",

"Hem sivri bir hançerin kapıya bir katkısını olacağını hiç sanmıyorum" , diyerek oturduğu tabureden kalktı. Ve devam etti.

"Dedenin emanet ettiği hançeri oraya buraya soktuğunu baban görse eminim söyleyecek bir iki lafı olurdu"

Nuna , "Hmm .." , diyerek gözlerini devirdi , ama asiliği de her zaman olduğu gibi üzerindeydi.

Hançerin güzelliğine hep hayran kalmıştı.Buna rağmen onu , akıllıca olmayan şekillerde kullanıyordu.Bir keresinde mutfakta bıçak bulamayıp patatesleri bile doğramıştı. Büyük babasının böylesine iyi bir çeliği nasıl elde etiğini kimse bilmiyordu.Hançeri sivri ucu aşağıya doğru gelecek şekilde tuttuğunda dirseğine kadar yarım ay şeklinde uzanıyordu.Üzeri yine işlemelerle ve taşlarla bezeliydi.Gümüşi tonundan parlaklığına kadar nefes kesiciydi.

KIZIL TILKIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin