Soğuk rüzgar her esişinde Louis'in ılık teniyle bütünleşiyordu, atkısıyla yüzünü iyice kapattıktan sonra siyah paltosunun ceplerine ellerini yerleştirdi. Kahverengi botları yürüdüğü her yer de derin izler bırakıyordu, kar bu yıl erkenden yağmış tüm iş hayatını bozguna uğratmıştı. Oysaki şu an Marbille adalarında altındaki sıcak kumda uzanmış hafif votkalı limonatasını yudumluyor olabilirdi. Üşenerek bir elini cebinden çıkardı ''Taksi!'' arabasını bakıma vermek zorunda kalmıştı, beceriksiz asistanı 'beceriksiz' kelimesini heceleyemiyormuş gibi bir de 'beceriksiz' işler yapıyordu. Ama Louis onu defalarca bu karda o kadar yavaş gitmemesini söylemişti hem de anayolda! Hızını alamayan her araç onlara vurmuştu. Louis başına gelenleri hatırlayınca sinir kat seviyesi iyice artmış iş yerine ulaştığında kesinlikle işe yaramaz 'beceriksiz' asistanını kovacağına dair şeyler söylenmişti. ''Tanrı Aşkına.'' diye mırıldanarak yeşil ışık yanmadan ana caddeye atlayarak karşıya geçti, ileri de bir taksi durağı olduğunu hatırlıyordu ya da öyle zannediyordu. Son zamanlarda kendini o kadar işine kaptırmıştı ki çevresinde nelerin döndüğüne dair en ufak fikri yoktu. ''Dikkat etsene G** deliği!'' Bu sabahın bu kadar kötü olacağını tahmin etmemişti tıpkı yanından hızla geçen mavi jaguar arabanın ızdırabına uğrayacağını da tahmin etmediği gibi. Şimdi gri takımı ve Annesinin doğum gününde özenerek paketleyip ona gönderdiği paltosu ıslanmıştı. Kar-ı seviyordu fakat yanında getirdiği ıslaklıktan nefret ediyordu Louis. 'Sadece bir gün.' diye geçirdi içinden Louis, yarın rahat arabasına kavuşabilecekti. Bu sefer kesinlikle o ahmak asistanına bırakmayacağına dair yemin bile etmişti. Köşedeki taksi durağını fark edince yanılmadığı -ve halen bazı şeylerin aynı olduğu- için suratına rahat bir gülümseme yerleştirebilmişti. Boş olan bir taksiye atlayıp, sıkıcı hayatının renkli kısımları sayılabilecek çoğu zamanının orada geçtiği iş yerini tarif etti. Manhattın'ın ara sokaklarındaydı, elleriyle buğulanan camı silip dışarıdaki hayatı incelemeye koyuldu, olayları görmesini engelleyen kalın pencereden nefret ediyordu şu an, tıpkı her şeye burnunu sokan abisi gibi. Louis 3 kardeşti; güzeller güzeli doktor bir kız kardeşi vardı, Lottie Louis'in aksine uzun boyluydu. Bir de Louis'in yakasından hiç ayrılmayan nefesini her daim hissettirebilen bir abisi vardı; Troy. Troy yakışıklı denebilecek tipte biriydi, iş adamlarını baştan çıkaran bir cazibesi olduğu kesin diye geçirdi içinden Louis. O türde bir baştan çıkarma değil, Louis'in hiç yapmayı beceremediği -daha doğrusu Troy'un böyle söylediği- iş anlaşmalarını en kısa sürede halledebiliyordu. Taksicinin bilindik ''Geldik'' sesiyle sıcak nefesini üflediği camdan kafasını kaldırdı. Küçük bir tebessümle 'Teşekkür' ederek taksiden indi. Doncaster da kendini hiç bu kadar küçük hissetmemişti daha önce. Her şey onun için eksikti burada, eksikliklerini tamamlamakla o kadar meşguldu ki asıl parçasını asla görememişti. Belki de hiç ayrılmamalıydım diye geçirdi içinden; Belkide.
Kardan kaplanan merdivenleri temizleyen işçilerini başıyla selamladıktan sonra, büyük döner kapıyı itip içeri girdi. Soğuk hava dalgasını üstünden atmasıyla, boğazına sıkıca doladığı atkısını hızlıca çözdü. Şimdi daha rahat nefes alabiliyordu. Kendini bildi bileli burada çalıştığını bildiği orta yaşlı kadına küçük bir gülümseme göndererek yanından geçti. ''Günaydın Bay Tomlison!'' Çok mu hızlı geçmişti yanından diye düşündü Louis, belki de geri dönüp 'Merhaba' demeliydi. Adını bile bilmiyordu ki.. Beyaz camlarla donatılmış odasının kilidini açıp kendini rahat kahverengi koltuğuna bıraktığında üstündeki çamur izlerini fark etti. ''S****r'' dedi sesli bir şekilde. Ağzına küfür hiç yakışmıyordu, abisi hep bu aksanla ancak kızlara küfür edebileceğini söylüyordu. Doğruydu gerçi, bir keresinde 'B*k' dediği için kahkahalarla gülmüştü herkes ona. Masasındaki telefona uzanıp sekreterini aramak için tuşlara bastığında adını bilmediğini hatırladı.
''Özür-dilerim, geç kaldım. Tanrım dışarısı Buz Devri gibi!'' Hah! Tam zamanında dedi Louis. Beceriksiz asistanı kapıyı kırarcasına içeri dalmış üstündeki tüm karları odasının ortasında silkelemişti. ''Bana yeni bir takım getirmeleri için evimi ara lütfen.''
''Hemen Efendim.'' Çocuk tek ayağının üstünde arkasına dönüp elini başının üstüne yerleştirmiş ve Rap Rap diye sesler çıkararak odadan ayrılmıştı. Louis gülümsediğini fark etti, uzun zamandır ilk defa. Aynı dakika içinde kapı hızlıca geri açılmış asistanı mahçup bir şekilde yüzünü asıp ''Numarayı alabilir miyim?'' demişti. Tam bir beceriksiz dedi Louis, Tanrı aşkına nereden buluyordu bunları.
''Şimdi gittim!'' Louis ayaklanıp paltosunu çıkardığında kapı tekrar açılmıştı. ''Hangi renk takım diyorlar, kaç renk takımınız olduğun bilmediğimi söyledim efendim.'' ''Tanrı Aşkına herhangi bir renk!''
Bunu söylediğine pişman olmalıydı Louis, çünkü herhangi bir renk Harold'un literatüründe yer almıyordu. Onun için renk siyah veya gri değildi; sarı, kırmızı, pembe, yeşil, turuncu birer renkti. Dediğim gibi onun literatüründe.
''Seni öldüreceğim!'' Louis elindeki turuncudan daha açık sarıdan daha koyu renkteki takım elbiseye nefretle bakarak odasından çıktı. Tüm katı inletmişti bağırışı. ''Bana mı seslendiniz efendim'' Harold elindeki fotokopi kağıtlarıyla önünde dikilmişti. ''Bu da ne böyle?'' dedi Louis ani bir hışımla ona doğru adım atarak. ''Takım elbise efendim.'' Harry fazla masumari Louis ise fazla sinirliydi. ''Seni-'' sözü Troy'un gelmesiyle yarım kalmıştı. ''Harry'' dedi kalın sesiyle, ''Yanıma kadar gelebilir misin?'' Harry göz ucuyla Louis'i süzdükten sonra ''Gidebilir miyim?'' diye mırıldandı. Kedi gibi sinmişti olduğu yere. ''Louis, odana dönebilirsin Harry ile ufak bir işimiz var. '' Harry korkak adımlarını Louis'den uzaklaştırıp Troy'un peşine takıldı. ''Ha bu arada Tomlinson takım elbisen harikaymış, bugünkü toplantıda giymeyi unutma.'' Histerik bir kahkaha attıktan sonra merdivenlerde kaybolmuştu Troy.
Renkli ve saçma dedi Louis aynanın karşısında. Bir an önce bugünün bitmesini diliyordu. Eve gidip yalnız dairesinde uyuklamak istiyordu. ''Efendim, toplantı başlamak üzere.'' Orta-yaşlı adını bilmediği kadına teşekkür ettikten sonra ''Geliyorum'' diye mırıldandı. Daha çok söylenme gibiydi. Bunun bedelini fena ödeteceği asistanı için büyük planları vardı. Louis az önce bir şeyi daha fark etmişti onun da adını bilmiyordu, Troy söylediğinde ilk kez adını duymuş gibiydi. Ya da daha önce hiç umursamamıştı. Toplantı salonunun kapısından girmeden önce derin bir nefes aldı, yakasını düzelttikten sonra kapıyı aralayıp onun için ayrılan yere oturdu. Odanın ahengi onu dışlamış gibi kapalı renklerle motife edilmişti. Çoğu gözü kendi üzerinde hissetmiyor değildi.
''Bize sunumunu yapmak ister misin sevgili kardeşim?'' Troy gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Louis yine onun karşısında rezil olacağı için kendine kızıyordu. ''Burada gördüğünüz gibi-'' ''Bu takımı nereden kaptın koca oğlan çocuklar reyonundan mı?'' Gülüşmeler sırasında kıpkırmızı olan yüzünü saklamayı becerememişti. Kafasını odanın en arka kısmına çevirdiğinde ona doğru gülümseyen bir yüzü gördü. Lanet olası asista-Harry! dişlerini sıkmaya bir ara verdikten sonra ekrandaki slayta dikkatini topladı. Lanet bir moda ikonu gibi onu inceleyen gözleri yok saymaya çalışarak...
''Bir dahakine pembe giy panter!''
Louis, arkasından gelen seslere kulağını tıkayarak odasına çekilmişti. Henüz 22 yaşında olduğu için herkesin onunla dalga geçmesi çok iyi değilmiş gibi bir de bu eklenmişti listesine.
''Efendim?'' Kahverengi saçlar görüş alanına girdiğinde burnunda soluyordu Louis, ayaklanıp üstüne doğru yürümeye başladı, onu duvarla bedeni arasına sıkıştırdığında sıcak nefesini suratında hissediyordu.
''Kovuldun!'' dedi sert bir tonla. Harry ellerini Louis'in göğsüne yasladı. ''Ben düşünmüştüm ki-'' ''Düşünme! Sana düşün dediğimi hatırlamıyorum!'' Louis fazla ileri gittiğini düşünerek geri çekildi, Harry olduğu yerde duruyordu güçsüz biri değildi. Uzun boylu ve kendine göre yapısı olan biriydi. ''Hayatınız fazla renksiz olduğundan şikayet etmez misiniz hep?'' dedi bir nefeste. Bu sefer Harry ona doğru yürüyordu. ''Neden herkesin sizin hakkınızda ne düşündüklerini takıyorsunuz?'' Louis düştüğü durumdan dolayı afallamıştı. İlk defa biri ona kendi hakkında ne yapması gerektiğini söylüyordu, emir vermiyordu. ''Sadece kendin ol, bu her şeyi çözer.'' Harry odadan çıkıp karşı taraftaki masasına yöneldi, eşyalarını bir bir küçük kolisine doldurmaya başlamıştı. ''Yapma'' Louis'in sesi zayıf çıkmıştı, ''Özür dilerim.'' dedi Harry'nin doldurduklarını geri çıkartırken.
''Sorun değil, seni affediyorum Lou.'' Harry gülümseyerek kolunu omzuna atmıştı. Louis bir anlığına gülümsemesine karşılık verip bu anı bozmamaya karar verdi. Belki de yanılmıştı; eksiklikleri onun tamamlayacağı türden şeyler değildi, başkasının yapmasına izin vermesi gerektiği türden şeylerdi. Aşk gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Everytime We Touch (Larry Stylinson)
FanfictionLouis, aklı başında genç bir iş adamı. Harry ise Louis'in 'beceriksiz' diye tabir ettiği asistanı.. Bazen gerçekleri görebilmek için doğruları yok saymak gerekir. Larry Stylinson...