Çalar saatin rahatsız edici sesi yatak odamızı doldururken sinirle iç çektim. Bugün pazartesiydi ve hiç de hoş gelmemişti. Haftasonundan hiçbir şey anlamamış, birde üstüne üstlük yazımı da tamamlayamamıştım. Jongin ile şömine önüne uzanıp mandalina yemek, yazı yazmaktan daha güzel gelmişti o an ama aslına bakarsanız; Jongin ile ilgili olan herhangi bir şey, diğer seçeneklerden her zaman daha güzeldi. Ve tanrı aşkına, biri şu saati kapatabilir miydi artık?
"Jongin, uyan."
Açamadığım gözlerimle Jongin'i dürterken bangır bangır sanki kafamın içindeymişçesine çalan saat yüzünden delirmek üzereydim. Jongin'in saatini uyanması gerekenden saatten erkene kurup duymaması da beni delirten ayrı bir etkendi tabii. "Jongin.." Yeni uyanmış sesim beni bile kendimden soğuturken Jongin'in bu sesimi sevdiğini söylediğini hatırlayıp bir kez daha onu dürttüm. "Bari elini saate at da kapat şunu." Pekala, resmen bana mısın demedi, horul horul uyumaya devam etti, gecenin bir yarısı üzerimden çektiği yorgana da deli gibi daha çok sarıldı.
Saat çaldıkça ve Jongin uyanmadıkça sinirim had safhalara çıkarken en sonunda bıkkınlıkla gözlerimi açtım, bir yandan da söyleniyordum; çünkü bugün pazartesiydi ve Jongin saati yine erkene kurup uyanmamıştı, kurban yine bendim. Hem saati duymuyordu hem de gece üzerimden yorganımı almıştı, saat çalarken sinirle iç geçirdim, uyumak istiyordum. "Zaten duysan şaşardım, asla değişmiyorsun Kim Jongin." Üzerinden uzanıp saati kapattığımda odayı aniden saran ikinci bir ses üzerine ağlamaklı sesler çıkardım. Pazartesi günlerinden nefret etmek üzereydim, az kalmıştı.
"Tanrım... Jongin, şaka gibisin cidden. Ağlayacağım ya, nereden aldın bu saatleri?" Ben söylene söylene ağlamaklı sesler çıkarıp yatakta tepinmeye başlamışken Jongin hala uyumaya devam ediyor ve ara ara ağzını şapırdatıyordu. Gerçekten ağlayacaktım, sebebi ise Jongin'in güzelliği olacaktı. Halim içler acısıydı. O kadar güzeldi ki, gözlerim bir an için yüzüne düştüğünde mızmızlanmalarım iç çekişlere dönüşmüştü. Alnına düşen saçları kaşındırmış olacak ki o ara yüzünü buruşturdu. "Ağlayacağım cidden..." Saatin sinir bozucu sesi bir anlığına kaybolmuşken avucumu yanağıma yaslayıp sol elimle saçlarına uzandım. "Tanrım..."
Gözlerimi yorgunlukla birkaç kez açıp kapatırken bu sefer çalan alarmın benimki olduğunu duymamla bir kez daha Jongin'in sabah rituelini tamamladığına şahit olduğumdan sırıttım. Değişmeyen hallerine çoğu zaman şikayet etsem de tahmini kolay, içli bir adam oluşu hoşuma gidiyordu. Bir şeye, bir düzene alışmaya çok yatkındı. Farklılık arayışına pek girmezdi, alışık olduğu şeylerle oldukça mutluydu. Banyoda kullandığı havlu bile sürekli aynı olurdu. Bana aldığı kalemler bile sürekli aynı markadandı ve Jongin o kalemlerin çok güzel yazdığına sizinle bahse bile girerdi.
Az önce deli gibi tepindiğim yataktan gülümseyerek kalkarken aklıma gelen şeyle geri yatıp Jongin'in kollarının arasına girdim. Burnumu boynuna doğru yaklaştırırken derin bir nefes çektim. Öyle güzeldi ki, o an sinirimi bir tek yatıştırabilirdi, sanki sebep o değilmiş gibi ama sadece o an değil, Jongin benim için her zaman sakinleştirici gibiydi, güzeldi ve güzel kalacaktı.
"Sehun?" Jongin'in gül kurusu dudakları hareketlendiğinde çığlık atmakla atmamak arasında gidip gelirken her seferinde aklımı kaybedecek seviyeye geliyor olmama rağmen yine de bu dudakları bir hayli sevdiğimi itiraf etmeliydim. Şekli veya rengi önemli değildi, onlar Jongin'in dudakları olduğu için güzeldi ve cennet gibi hissettirdiği de bir gerçekti, şikayet etmek mümkün değildi.
"Hmmm..." Mırıldanarak cevap verdiğimde kollarını daha sıkı sarıp saçlarımı öptü, dedim ya cennet gibi hissettiriyordu. "Yanımda uyanmanı seviyorum." dedi, bir eli saniyeler içinde belimi bulurken. Gülümsemek fiilini biraz daha aşmış bir surat ifadesiyle "Yanında uyanmayı seviyorum." diye sözlerini tamamladım. Onun yanında uyanmayı seviyordum, ellerinin vücuduma bıraktığı izleri, gül kurusu dudaklarını ve dağınıkken bile göz alıcı gözüken saçlarını seviyordum. İtiraf etmek gerekirse, Jongin'in varlığını seviyordum, alışmıştım. Yanındayken uyumak kolaydı elbet ama o olmadan uyunmuyordu. Bunu tecrübe etmek zorunda kaldığım günler, hiç de kolay geçmemişti açıkçası.
Jongin'in sabahları hafiften kalınlaşan sesi kahkaha olarak yatak odamızı doldururken gözlerimi kapatıp ona daha çok sarıldım. O da konuşmaya devam etti. "Bir şey mi içtin sen bu sabah? Nerede benim Yürüyen Pazartesi Sendromum?" Asla vazgeçmediği pazartesi dalgaları bir bir kıyılarıma çarparken karnını cimdikledim, sürekli romantik ortamları baltalamayı alışkanlık haline getirecek gibi bir hali vardı ve bu benim korkulu rüyamdı. Acılı sesi odaya yayıldığında hahladım. "Seni kokladım ya, ondandır." dediğimde çıkardığı ooo sesi beni yine güldürdü. Ve işte o an, kahkahası odayı yeniden ısıttığında ilk defa bir korku düştü içime. Bir gün, olur da bir gün koklayamazsam o hoş tenini ne yapacaktım? Nasıl nefes alacaktım?
Rahatsız ve titrekçe çektiğim nefes üzerine kollarım bir anlığına Jongin'i serbest bırakınca Jongin'in yüzüme düşürdüğü gözlerine bir müddet bakamadım. O an, nereden geldiğini bilmediğim o korku sanki bir anlığına kollarımı kırmış gibiydi. Jongin'i elimden alırlarsa ne yapacağım tam bir muammaydı ve bu beni korkuların derin kuyularına itmişti.
"Sehun, sorun ne? Bir şey mi oldu?" Jongin'in şaşkın sesi kulağıma ulaşınca başımı kaldırdım, gözleri her zamanki gibi şefkatle bakıyordu ve ben saniyeler içinde ağlayacak raddeye gelmiştim. "Seni affetmem, Kim Jongin." dedim. Beni onsuz bırakırsa onu affetmeyecektim. "Sehun, neler söylüyorsun? Bir şey mi oldu, nereden çıktı bu şimdi?" Birden doğrulup beni de kaldırdığında sessiz kaldım. Adım gibi biliyordum, gitmezdi ama o an korkmuştum ve onsuzluk en büyük korkularımın başında gelirken çaresiz hissetmekten kendimi alamamıştım.
İşte o an, ellerimi tuttu. Sıcaklığı tüm vücuduma yayılırken kahretsin dedim içimden, bu kadardı işte. Beni tüm korkularımdan çekip çıkarması bu kadar kolaydı. "Sehun." dedi, bir eli yanağımı bulurken. "Sen böyle şeyler söyleyince kelimelerinden yere çakılmamak için parmak uçlarına tutunuyorum ben. Ben varsam, şu an buradaysam, nefes alıyorsam eğer buna olanak veren sensin. Sen beni en güzeliyle süsleyensin."
Eline yasladığım başımı hafifçe kaldırıp gözlerimi açtığımda beklemeksizin uzanıp yüzüme birkaç öpücük kondurdu. Alnıma, burnuma, yanaklarıma ve dudaklarıma. Sesi de o an doldurdu kulaklarımı. "Sen geldin, ben seni sevdim. Seni sevdim, Sehun. Tüm varlığımla, en samimi duygularımla sevdim. Bunu hiç unutmamanı isterim." Sonra sıkıca sarıldı, bırakırsa kollarından düşermişim gibi sarıldı. Bilmiyordu belki ama düşerdim, beni bıraktığı an düşerdim. Bu yüzden beni hiç bırakmamasını istedim.
Bir pazartesi sabahı, çalar saatin o rahatsız edici gürültüsü eşliğinde bir şey fark etmiştim; Jongin beni sevmişti, parmaklarıma taktığı mandalinalar olmasaydı da severdi ve bu his dudaklarının hissettirdiğinden farklı değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tangerine Tale
Conto"Bir mandalina masalı yazmak isterdim." dedim Jongin'in mandalina turuncusuna boyanmış ellerine bakarak. Bir mandalina masalı yazmak isterdim çünkü. Mandalina kokulu ellerine bir masal da ben yazmak isterdim.