"İstemiyorum ya! Niye hep senin istediğini izliyoruz?"
Elimde bir kova mandalina ile televizyonun karşısına kurulmuş battaniyeyi de belime kadar çekmişken mutfaktan bağıran Jongin'i duymamış gibi yapıyordum. Eh, bilirsiniz, işime geliyordu. "Duyduğunu biliyorum, hiç öyle suratını düz tutmaya çalışma." Dediği şeye yüzümü buruştururken kafamı hızlıca ona çevirip dil çıkardım, her şeyi bilmese incileri dökülürdü sanki.
"Geçen hafta senin istediğini izledik, ondan önceki hafta ve ondan daha önceki hafta da." Jongin, koltukta yanıma yanaşıp battaniyemi güçlü bir şekilde kendine çektikten sonra söylenmeye devam ederken kaşlarımı çattım. "Hepsi de gayet güzel filmlerdi, sanki filmi izlemek yerine beni yemeye calismiyormuş gibi..."
"Şikayetim var galiba? Önceden söyleseydiniz keşke bayım, pardon rahatsız ettim."
"Bu numaralar bana sökmez, sen giderken ben dönüyordum, o yüzden oturur musun artık?"
Her çarşamba olduğu gibi bu çarşamba da film gecesi yapıyorduk ve yine benim istediğim filmi izleyecektik, kaçış yoktu. O an Jongin'in itirazlarına kulak asmıyordum aslında ama her şeyimi takip ettiğine de inanamıyordum, yediklerimi de sayıyordu kesin.
Jongin söylenmeye devam ederken ben de kaş çatmaya devam ediyordum, çünkü eli mandalina kovama gitmişti ve hayır, mandalinaları bir kez daha ona kaptırmayacaktım. Zaten her gün yaşanan mandalina krizleri sonucu bütün mandalinalar onun midesine gidiyordu ve Jongin kesinlikle açgözlünün tekiydi, konu mandalina olunca hiçbir şekilde yetmiyordu, yettiremiyorduk. Aslında hasta olduğumdan beri bana karşı normalinden daha ılımlı yaklaşıyordu, bunu göz ardı edemezdim tabii ama iş mandalinaya gelince yine bir kaos ortamı yarattığını da inkar edemezdim, her şey meydandaydı.
"Hayır ya..." Ellerimin üzerinde koyduğu elleri, anlık bir çığlık atma isteği uyandırsa da bu sefer yenilmemeliydim. "Jongin~" diye mırıldandığımda tıpkı benim yaptığım gibi "Sevgilim~" diye mırıldandı. Bundan nefret ediyordum, beni böyle kolay alt etmesi adil falan değildi ama çoktan yenilmiştim. Savaşta bile görüşme isteyen kalenin yarı yarıya alındığını zaten herkes bilirdi, baştan kaybetmiştim.
Yine de azıcık da olsa direnmeliydim ki en azından elimden geleni yaptığımı iddia edebilirdim ama boş verin, Jongin'e karşı savaşamazdım. Mandalina kovasını elimden almaya çalışırken attığım bakışlara karşılık verir umuduyla sızlandığım esnada Jongin'in dudaklarını büzmesi ve benim aniden pamuk gibi olmam, kesinlikle adil falan değildi ama kalbim delinin tekiydi ve Kim Jongin buna neden olan yegane şeydi.
Kollarımın arasından kayıp giden mandalinalara acıyla bakıp sırtımı sinirle koltuğa yaslayarak boşta kalan kollarımı birbirine bağlarken "Hep böyle yapıyorsun." dedim. Gerçekten de hep böyle yapıyordu ve suratına mandalina fırlatma isteğimi frenlemek oldukça zordu. Gerçi bu durum onun işine gelirdi. Ağzını açıp "Buraya at, buraya." demesi fazla olasıydı, Jongin manyak herifin tekiydi. Eh, körle yatan da şaşı kalkardı, halimi görüyordunuz.
Ben sinirle solurken mandalinalardan birini soyup bir dilimini dudaklarıma yaklaştırararak "Seni seviyorum." dedi ve dudaklarımın arasına bırakmak için havada tuttuğu mandalinayı geri çekip onun yerine dudaklarıma bir öpücük kondurdu. O an bir kez daha anladım ki, Kim Jongin gerçekten de en hassas noktamdı. Biliyordum, beni seviyordu ve bu tarifi imkansız bir his okyanusunda boğulmama neden oluyordu. Boğuluyordum ama tek düşünebildiğim ne kadar da güzel hissettirdiği oluyordu.
Karşımda oturmuş bir elinde kumandası ve bir elinde de mandalina kovası ile yine hakimiyeti eline aldığı ve benim bir kez daha çok çabuk kaybettiğim bir zaman dilimindeydik işte ama her zaman olduğu gibiydik, birlikteydik. Bu en güzel ve en özel olandı. "Seni seviyorum" diye fısıldadım, gülümsedi. Biliyordu, onu seviyordum.
Mandalina kovasını bir yana bırakıp kollarını açması da tam o sırada gerçekleşti. "Gel buraya, seni sersem." dedi. Yüzündeki gülümseme, bu soğuk kış gününde bir kez daha en hoş bahar esintilerini ruhumda hissetmeme neden olurken onu geri çevirmedim. Ne zaman yapmıştım ki? Jongin benim tek yönüm, kutup yıldızımdı.
Açtığı kollarına gülümseyerek baktıktan sonra bekletmeden sıcacık kucağına girdiğimde kolları çevreme sarıldı, dudakları saniyeler içinde saçlarımı buldu. Öptü, öptü ve bir kez daha öptü. Cennet, saçlarımın arasındaydı, dokunuşları ise bahardı.
Sol kolu omzumu sararken yüzümü göğsüne gömüp daha ne kadar mutlu olabilirim diye düşündüm bir anlığına. Daha fazla mutlu olabilir miydim? Göğüs kafesimi patlatacak olan bu aşktan başka herhangi bir şey beni mutlu edebilir miydi? Ya da ben mutsuz da olsam yönümü değiştirebilir miydim? Yapamazdım, cevabım oldukça basitti. Kim Jongin, her gece göz kırptığım biricik kutup yıldızımdı ve kolları arasında olmak gökyüzüne sarılmaktan farksızdı.
Televizyon ekranı birden aydınlanırken gözlerimi yavaşça kapatıp başımı rahatça göğsüne yasladım, hangi film olduğu önemli değildi. Kollarım Jongin'in beline dolanmış, ruhum kokusuyla kutsanmışken kimin ne rol çevirdiği pek de bir önem arz etmiyordu.
Hiçbir şekilde yerimizden kalkmadan geçirdiğimiz dakikalar boyunca Jongin sağ kolumun altından uzanıp tuttuğu elimi bir dakika bile bırakmadı. Dudakları ara ara saçlarıma dokundu, parmakları tenimi okşadı. Film sürüp giderken pozisyonumuzu bozmadığımız yaklaşık bir saatin ardından Jongin uzandı, beni de kucağına çekti.
Salonun loş ortamında parıldayan kahve irisleri, göz bebeklerime düşünce belimdeki ellerinden güç bulup dudaklarına uzandım. Güzeldi, çok güzeldi. Kim Jongin, başlı başına bir şaheserdi ve dudaklarımın arasındaki dudakları yalnızca cennetin ön gösterimiydi.
Geri çekilmek için yaptığım hamleye karşılık belimdeki ellerinden biri omzumu bulup vücudumu kendine yasladı. "Nefes alamıyorum." dedi ve devam etti. "Varlığına doyamıyor, yokluğunda nefes alamıyorum."
Sıcak nefesini yüzümde hissettiğimde yönlendirmelerine uyup bir daha öptüm onu, bir kez daha ve bir kez daha. Ve o tekrar devam etti. "Eğer, " dedi. "Eğer seni tanımasaydım, kokunu alamayıp tenine dokunamasaydım..." Uzanıp burnunun ucunu öptüm cümlesini bitirmesine izin vermeden. Bu tarz konuşmaları sevmiyordum, izlediğimiz filmden etkilenmiş olmalıydı. Onu bulamamış teninde kaybolmamış parmak uçlarını hissedememiş olmak, düşünmek isteyeceğim son şey bile değildi. Parmaklarını parmaklarım arasında bir kere bile hissedememiş olmak cehennemim olurdu, bilirdim.
"Jongin." dedim, sol yanıma henüz düşmüş kor ateşinin yakıcılığına alışmaya çalışırken. "Sen benim ruhuma baharı getiren adamsın. Eğer..." dedim, "...eğer..." ve devamını getiremedim. Jongin'in dudakları dudaklarımı bulurken geçmişe dair eğerlerin hayatımızda yer almaması gerektiğini bir kez daha anlamıştım. Varlığına her zaman minnettardım.
Doğruydu, o olmadan aydınlık sabahlara uyanamazdım. Bir çiçeğin kokusunu alamaz, bir çocuğun gülüşünden keyif duyamazdım. Inkar edemezdim, Kim Jongin, ruhumun baharıydı ve benim baharına küsen bir adam olma ihtimalim imkansızla yarışırdı.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.