Başımı gömdüğüm yastıktan kafamı kaldırıyorum.Hala trendeyiz sanırım.Pencereyi açıp Capitol'ün "temiz" ve "ferahlatıcı" kokusunu içime çekiyorum.Cecelia kapımı tıklatıp hazırlanmamı söylüyor.Duşa giriyorum.Limon ve okaliptus karışımı sabunu seçip kendimi küvetin ılık suyuna bırakıyorum.Fırçalar beni her yerime eşit katmanlar olacak şekilde sabunluyor.Sonra küvetteki su boşalıyor ve tepemden sular akmaya başlıyor.Saçımı ve vücudumu iyice duruluyorum ve dışarı çıkıyorum.Sıcak hava dalgası dört bir yanıma doluyor.Mavi bornozumu alıp saçımı kuruluyorum.Ve bu sefer altıma sarı bir şort ve üstüme mavi bir tişört geçiriyorum.Yemek odasına gidiyorum ve karşımda beni bekleyen üç yeni yüz görüyorum.
"Hazırlık ekibin." diyor Cece uzatmadan.
"Üstünde pek değişiklik yapılacak yer göremiyorum.Öyle değil mi çocuklar?" diyor pembe bukleli olan.
"Saçlar.... saçlar.Ve tırnaklar.Ve... ve" etrafımda dolanmayı sürdürüyor. "Bronz bir ten." tek ihtiyacımız olan bu.
Mags hararetle ayağa kalkıp işaret parmağını ileri geri sallıyor.
"O küçük......"
"Haklısın Mags.Tenini boyamacağız ki küçük yaşta bunu yapmak onun için felaket olur." diyor esmer olan adam. "Sadece onu bronzlaştıracağız.Ve saçlarını biraz daha çarpıcı olması için hafif bronzlaştıracağız. Ne dersin Octavia?" diyor arkasında oturan bezelye renkli kadına.
"Mükemmel olur.Drew'in muhteşem iş çıkaracağından eminim."
Kendimi cansız bir manken gibi hissetmeme yol açıyorlardı.Ben deneme tahtası değildim.
"YETER!" diye bağırıyorum tüm odayı sallayacak bir sesle. "Yeter.Hiçbirinizden hiçbir şey istemiyorum.Ne saçıma ne de vücuduma dokunmayacaksınız!"
"Bu ne cürret!" diye zıplıyor yerinden Cecelia.
Mags elini omzuma koyup beni odadan çıkarıyor. Beni başka boş bir odaya sokuyor.
"Sakin ol...... Bu hep........ olur."
"Anladım" diyorum.
"Otur......." diyor sandalyeyi işaret edip.Oturuyorum ve bana su dolduruyor.Ben içerken saçlarımı okşuyor.
Yarısı dolu bardağı duvara fırlatıp tuzla buz olmasını izliyorum.İçindeki su duvardan masumca akıyor.
Başımı iki elimin arasına koyup ağlamaya başlıyorum.Mags elini sırtıma koyup ağlamam bitene kadar bekliyor.
"Endişe etme Finnick.Ölmeyeceksin.Seni o cehennemden canlı olarak çıkaracağım oğlum."
"Mags?" diyorum başımı kaldırıp.Çünkü aralıksız iki kelimeyi bile söyleyemez.Eski bir hastalık.
Eliyle boğazını sarıyor ve sanki hayatı buna bağlıymış gibi öksürüyor.Hemen kalkıp yeni bir bardağa çeşmeden su dolduruyorum ve oturur pozisyona getirim su içiriyorum.Eliyle dolabı işaret ediyor. "İl.....aç." hemen dolaba koşup içinden beyaz şişeyi çıkarıyorum ve elime iki tane tablet döküp Mags'e veriyorum.Alıp ağzına atıyor ve emmeye başlıyor. Şişeyi elimde çeviriyorum. "her kullanışta iki adet-yosun ve tuz karışımlı boğaz yumuşatıcı-zarar görmüş ses telleri ve benzeri hastalıklar içindir-."
Mags elimi tutup ayağa kalkıyor ve yemek odasına gidiyor ben de kendi odama gidiyorum.Üstümü giyinip dışarı çıkıyorum.Cecelia beni karşılıyor.
"Gitme vakti Finnick." diyor. "Baştan yaratılacaksın."
"Ne?-"
Soru sormama olanak vermeden beni dışarı sürüklüyor.Hemen beni bir odaya sokuyorlar.Burada bir çok bakım ürünü var.Hazırlık ekibim geliyorlar ancak bu sefer o şımarıklık yok üstlerinde.Çekinceliler.Hemen tırnaklarımı düzene sokup yara bere var mı diye üstümü kolluyorlar.Beni iç çamaşırıma kadar soyup "solaryum" adını verdikleri makineye sokuyorlar.Ve kapağı üstüme kapanıyor.Çığlık atıyorum.Benden beklenmeyeceği şekilde evet.Ve debelenmeye başlıyorum.
"Sakin ol yakışıklı.Biraz sonra bitecek.Bronzlaşman için.Ve debelenme bir yerin moraracak."
Kırmızı-turuncu ampuller parlıyor dört bir yanımda.Dişlerimi sıkıp gözlerimi kapatıyorum.Önce hafif bir sıcaklık hissediyorum ve bu sürüp gidiyor.Beş on dakika kadar tahmin ettiğim bir süre sonrasında beni makineden çıkarıyorlar.Ve etrafımda dolanıp vücudumu elliyorlar.Bir tanesinin eline hafifçe vuruyorum.Beni aynanın karşısına geçiriyorlar.Bronzlaşmışım.Yaz güneşinde nasıl tenim karardıysa bu sefer de öyle kararıyor.Ancak daha çekici şekilde kararmışım.Beni hemen bir tuvalete geçiriyorlar -aynalı masa- . Ben kendime bakarken onlar saçıma limon ve portakal karışımı kokan sarı bir fışkırtıyorlar.Ve kafamı yine bir makinenin içine sokuyorlar.Bu sefer çıkardıklarında saçım altın gibi parlıyor.Bronz gibi değil.
"Aman tanrım.." diyorum hayretle kafamı çevirip saçlarıma bakarken.
"Bu kadar asabi olmana gerek yokmuş değil mi yakışıklı?" diyorlar.
Kafamı insanı sinir edecek şekilde aşağı yukarı sallıyorum.Oflayıp puflayıp iç çamaşırımın üstüne kağıttan bir giysi geçiriyorlar ve beni sandalyemde yalnız bırakıyorlar.Drew sandığım sarı saçlarını arkadan topuz yapmış bir adam gelip elimi sıkıyor.Beni balık kılığına sokacak bir tip olmasından korkuyorum.
"Merhaba.Benim adım Drew" diyor dostça. "Bana öyle bakma.Seni balık kılığına sokmayacağım tamam mı? Ya da yosundan bir kıyafet giydirmeyeceğim" diyor ışıltılı dişlerini açıp kahkaha atarken.
"Ne giydirdiğinin bir önemi yok." diyorum.Yalan söylüyorum.
"Evet eminim.." diye tekrar kahkaha atmaya başlıyor.Yüzümü asıyorum.
"Hazırlık ekibini ben seçtim.Capitol'ün en iyilerindendir.Aslında ben oyunlarda stilist olarak görevlendirildiğimde onlar da benimle birlikte geldiler."
Sonra ciddi ciddi bana baktı."Ölmen yazık olur Finnick.Seni bekleyen çok kız olduğuna bahse varım.Ne dersin?" dedi sırıtarak bana dirsek atarken.
"Niye bu kadar mutlusun?" diyorum anlık bir cesaretle.
"Mutlu değilim Finnick.Çocukların ölmesine asla mutlu olmam.Ama Capitol oluyor." diyor gözlerini kaçırarak. "Ben sadece neşelenmeni istiyorum.Seni içine soktuğum kıyafetlerde suratın böyle asık olursa iyi bir tutum sergilemiş olmayız."
Zorlama bir gülümseme yerleştiriyorum suratıma.
"İşte bundan bahsediyordum Finnick." diyor başını arkaya atıp umutsuzca iç çekerken.
"Yeterli değilim değil mi? Görünüm yeterli olmuyor Drew.Öyle değil mi Drew?"
"Bunları benimle değil akıl hocanla konuşacaksın Finnick." diyor sert bir ifadeyle sonra tekrar iç çekip sesini yumuşatıyor ve "Ben anlamam bu işlerden." diyor.
Kağıt bornozumu çıkarıyor.Etrafımda dönmeye başlıyor ama saygısızlık edip dokunmuyor.
"Bu adam farklı." diyorum içimden. "Çok farklı."
Çıkıp gidiyor ve yerine Mags geliyor.Tanımadığım orta yaşlı bir adamla birlikte.Soru soran gözlerle ona bakıyorum.
"Ben senin akıl hocanım Finnick." diyor adam.
"Ama benim akıl hocam Mags.Öyle değil mi Mags?"
"Beni Mags'in yardımcısı gibi düşünebilirsin genç adam.Mags ile birlikte çalışmama izin verildi."
"Seni tanıyorum.." diyorum adama bakarak. "Bizim mıntıkanın kazananısın değil mi? 53. Açlık oyunlarının kazananısın.Babam senden bahsederdi."
"Evet.Biz babanla av ortağıydık çocuğum." diyor.Boğuk bir sesle konuşmaya devam ediyor.
"Ve babanın hatrına seni ordan çıkarmak için ne gerekiyorsa yapacağız."