Gözlerimi açtığımda yanımda melek gibi uyuyan Hemmings'le karşılaştım. Çok tatlı uyuyordu.
Saçları karışmıştı ve çok masum görünüyordu. Komidinimin yanından telefonumu alıp saate
baktım. 11'e geliyordu. Luke'un belimdeki elini, onu uyandırmadan kaldırıp banyoya girdim.
Elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra içeri döndüm. Luke uyanmış pantolonunu
üstüne geçiriyordu. Hızlı adımlarla yanına gidip sıkıca sarıldım. "Günaydın." "Günaydın.
Bugün dışarıda kahvaltı yapmak ister misin? Hava çok güzel." sorusuna karşılık kafamı
salladım. Hemen dolabımın kapaklarını açıp kıyafet seçmeye başladım. "Avusturalya'ya ne
zaman dönüyorsunuz.?" diye sordum elime kot bir şort ve yeşil bir tshirt alıp. "Senden birkaç
gün sonra." dedi tshirtünü başından geçirirken. "Erica'yı özledim. Siz yokken onunla vakit
geçirsem iyi olur. Ayrıca derste çalışmam lazım." tam banyoya girecekken Luke'un
söylediğiyle yerime çakıldım. "İstersen burada giyinebilirsin. Benim için sorun olmaz." ona
döndüğümde pis pis sırıtıyordu. "O biraz zor canım. Dün çıkmaya başladığımızı hatırlatırım."
"Olabilir ama aynı yatakta yattığımızı da ben sana hatırlatayım." dedi ve belime sarıldı.
Boynuma küçük öpücükler bıraktı. Kollarından çıkıp "Giyinmem lazım." dedim yanağını
öptüm. Banyoya girip kapayı kitledim. Şu erkeklerin ne yapacağı belli olmaz. Hele bu Luke'sa.
Luke'un tshirtünü çıkartıp dolaptan aldıklarımı üstüme geçirdim. Biraz rimel ve göz
kaleminden sonra kilidi çevirip kapıyı açtım. Luke koltukta oturmuş telefonuyla bir şeyler
yapıyordu. "Luke gidiyor muyuz?" diye sordum siyah çantamı alıp. Telefonu cebine koyup
yanıma geldi.
Kahvaltı yapacağımız yere yürüyerek gelmiştik ve o zamana kadar elimi bırakmamıştı. Bir
sürü şey konuşmuştuk. İçeri girdiğimizde boş masalardan birine oturduk. Garsona
siparişlerimi verdik. "Bizimkilere nasıl söyleyeceğiz. Yani ilişkimizi.." diye sordu. "Bende onu
düşünüyordum. Bilmiyorum nasıl söylesek?." "El ele karşılarına geçip 'biz çıkıyoruz' diyeceğiz
ya da biraz daha bekleyip doğru zamanın gelmesi bekleyeceğiz." "Birinci seçeneyi tercih
ederim." dediğimde gülümsedi. "Bende. Senden ayrı kalmak istemem." Sizce de çok şeker
değil mi? Tamam iyiyim...
Kahvaltıdan sonra, çocuklarla bulaşmak için bir cafeye gittik. İkimizi el ele girerken
gördüklerinide ağızları yere düşecek diye çok korktum. "Şu ağızınızı kapatmazsanız yere
düşücek." diye alayla konuştuğumda hepsi toparlandı. "Hey senin koluna ne oldu?" diye sordu
Ashton. Calum ve Micheal karşısında tek oturmuş Ashton'ın yanına oturdum. Luke'ta yanıma
oturup ellerimizi kenetledi. "Restoranttan ayrıldıktan sonra mezarlığa gittim, orada oldu."
dediğimde hepsi gözlerini açmış bana bakıyordu. Luke hariç, çünkü o zaten biliyor. "Senin
mezarlıkta ne işin vardı?" sanki bilmiyor abimin yanına gittiğimi. "Sence neden?" önce bir
düşündü daha sonra kafasını sallayıp önüne döndü. "Jen'i mezarlıkta buldum ve onu
hastaneye götürdüm. Dikiş atıldı." dediğinde kolumdaki sargıya baktılar. "Peki siz şey misiniz?
Yani... Of anladınız siz.." dedi Calum. Onun bu haline güldük. "Sence belli olmuyor mu?" dedi
sırıtarak, Calum'a cevap vererek. "Çocuklar bu arada TMH partisi saat 8'de." dedi Ashton
kahvesinden bir yudum alarak. "Niall mesaj attı onlarda buraya gelecekmiş." dedi Calum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's Just Coincidence!
FanfictionAilesinin umursamazlığından kurtulmak için Avusturalya'ya giden Jenny, yolculuk sırasında, Londra'da ve Avusturalya'da farklı sürprizle karşılaşır. Kısa zamanda hayatına giren bu çocuklar onun bir parçası haline gelir. '...