Bir mesaj insanın hayatını ne kadar değiştirir?
Kendi sorumun cevabını kendim buldum ben. Eğer başkasının telefonuysa güvendiğiniz dağa kar yağsa daha iyi. O dağ parçalara ayrılıyor.
Öyle bir ayrılıyor ki. Yapıştırılan vazo gibi kısa süreliğine de olsa götürmüyor. Süs olarak kullanılamıyor.
O parçalarla tek birşey yapılıyor. Kendi mezarını kazıyorsun. Diyorsun ki; "O kişiye mezar kazayım." O da olmuyor. Ona diye kazdığın mezarın içine kendini koyuyorsun.
Hayata o mesajla yeniden başlıyorsun. Ölü bir insan gibi. Yok gibi...
Bir bakıyorsun cümlelerde bile yoksun artık. Dünya da bir nefes fazlasın sadece...
Hayata küsemiyorsun. Çünkü hayatın sana sırtını döndüğünü öyle bir zamanda farkediyorsun ki, o seni zaten umursamıyor. Küssen ne fayda?
Bir nefesim şu hayatta uçup gökyüzünde kaybolacağım zamanı bekliyorum.
Öyleki azrail gelse ayağına kapanır yalvarırım. Canımı al diye değil. Düşüncelerimi al yanında götür diye. Ben bir insan değil, tüm insanları kaybettim.
Ben kendimi kaybettim. En güvendiğimi değil, güvencimi tamamen kaybettim.
Umut? Nefes aldığın sürece umut var derler ya. Sadece bir nefes olan insan -ya da sözgelimi insan- umut sahibi olabilir mi?
Yalan olmasını umduğunuz şey yüzünüze çarpıldı mı sizin hiç? Eğer bu söze inananlarınız varsa o şey çarpıldığında ölüyorsunuz. -yol yakınken inançlarınızdan kurtulun-
Kısıtlıyoruz kendimizi sürekli. Ben beyaz severim, ben mantı sevmem, ben onu severim, ben şunu sevmem ve ben şundan nefret ederim. Duygularınızı kısıtlamayın. Bir gün tam tersi olduğunda anlıyorsunuz bunu.
Ya da sevdiğiniz insandan nefret etmeye başladığınızda ama o şeyin tam nefret olmadığını farkettiğinizde.
Gözlerimden oluk oluk yaş akmasının sebebi bu. 3 yaşındaki kardeşim ağladığımı anlamasın diye sürekli soğan doğruyorum.
Ben güçsüz, tükendim. Sırf canım yansın diye saçlarımı yolarak taramaktan, bilmek zorunda kaldığım şeylerden, sorumlu olduğum kişilerden tükendim.
Bazen avazım çıktığı kadar bağırıyor. Boğazın yırtılana kadar devam ediyorum.
Kendimde dahil cevap bulamıyorum. Boyundan büyük bir yüküm var. Onu da içime bağırıyorum.
Gözlerimdeki acıyı saklıyorum. Bana kadar olduğundan değil. Başkasına da ağırlık yapmasına korktuğumdan.
Zaten kimin çaresi var ki? Birilerinin omzuna yük edince rahatlayacak mıyım sanki? Bu öyle ağırki yükü paylaştıkça artıyor.
Öyle bir şey öyle iğrençlik dolu ki. O insandan ne tam iğrene biliyorsun -artık- ne de tam sevebiliyorsun.
O kişinin yanına suç ortakları ekliyorsun. Suçu olup olmadığından emin bile olamadığın insanları da o kişinin yanına katıyorsun.
Aklından söküp atmak istediğin görüntüleri her gün öyle bir kazıyorsun ki zihnine. Zihninden kaçıp gitmek istiyorsun.
Yine soğan doğruyorum. Yine gözlerimden oluk oluk yaşlar akıyor. Yine ortalık bulanık. Ve yine küçük kardeşim beni izliyor.
Bu anlattıklarımdan neler çıkardınız bilmiyorum ama ben 18 yaşında daha ufacık bir kızım. Üzerinde 3 kardeşin sorumluluğu -çünkü artık kendimden çoktan geçtim.- olan küçük bir kız.
Ayaklarım bedenimi taşıyorsa, onlar için taşıyor. Hala birşey yapıyorsam, onlar için...
Artık gece gözlerime iğneler batıyor. Kimi kandırıyorum her saniye oluyor bu.
Vücudum ağla emri veriyor. Beynim dayan. Seçim diye birşey yok. Seçimi hayat yapıyor.
Ben dayanamıyorum.
Tekrar oturan kardeşime dönüp zoraki gülümsüyorum.
"Abla artık soğanlı yemek yapma. Gözlerin hep kızarık oluyo. Ben üzülüyom."
Tam o sırada kapı zilini duyup, gözümden akan yaşı tekrar siliyorum.
"Ablan geldi, hadi koş kapıya bak. Ben de salatayı bitireyim."
Kafasını sallayarak uzun sarı Kıvırcık saçlarını sallayarak minik adımlarıyla mutfaktan çıkıyor.
Küçücük çocuğa söz bile veremiyorum. Ama yalan olmaz mı? Düşündükçe yine ağlayacağım. O zaman başka bahane uyduramam ki...
Bahaneler yalan değil mi? Yalanıma bir yalan daha eklesem ne olabilir? Birşeyi saklamak ne kadar gerçek. Bir yalan daha. Yalan yalanı doğuruyor. O doğan yalanlar yine beni öldürüyor.
Gözümden akan yaşı silip soğanları da salataya katıyorum. Zeytin yağını salatanın üzerinde gezdirip, tuzunu atıyorum.
"Abla yardım edeyim mi?" Kafamı iki yana hayır anlamında sallıyorum. Sesimi çıkarabileceğimden emin olduğumda konuşuyorum. "Sen git, üstünü değiştir ve ellerini yıka. Başka birşey yapmana gerek yok."
Masayı benden 3 yaş küçük olan kardeşimle birlikte hazırlamaya başlıyoruz. O tabak çatalları yerleştirirken ben de servisleri yapıyorum.
Herşey hazır olduğunda ellerimi yıkamak için banyoya giriyorum.
Önce ellerimi ovuşturuyorum daha sonra ise yüzüme iki üç kere su çarpıyorum.
Kendi şişmiş ve kızarmış gözlerimle buluşunca gözlerim öylece kalıyorum.
Bakıyorum öylece. Şimdiden oluşmaya başlayan izlere. Sinirlendiğimde dişleyerek kanattığım, yara ve çatlaklarla dolu dudaklarıma. Sürekli çatılı duran kaşlarıma. Ağlamaktan şişmiş burnuma.
Durup öylece kendimi izliyorum.
Utandığım kendimi. Evet kendimden utanıyorum. Yüzüme bakan biri olduğunda bile yüzümü çeviriyorum.
Yabaniliğimden değil. Kendimden utanışımdan.
Kendi yüzüme bile göstereceğim yüzüm yok ki. Başkalarına sevecen bir şekilde göstereyim. Tekrar tekrar ve tekrar ağlıyorum.
@DilaraAlptekin3 adlı kullanıcı -arkadaşıma- ithaftır.
İthaf isteyen varsa bu şekilde bölüm sonlarında belirtebilirim.
Yeni bir hikaye, yeni hayatlar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aches Puso
FanfictionZorluklar içinde çaresiziz. Çaresizliğimiz de zor geliyor. Bir damla göz yaşı yeter dediğimizde yetmiyor. Belki biraz kan diyoruz. Yine mi yetmedi? Bir parça can olsa? Zaten kaç canımız var ki? Her seferinde kaçış noktamız bir tık daha artıyor. C...