Merhaba gençler. Ben geldiiiimm.... Baya gecikti, kusura bakmayın. Anca düzenleyebildim. Hala da yazım yanlışları var. Buraya uzuuuun uzuuun şeyler yazarak sizi oyalamak istemiyorum. Umarım beğenirsiniz. İyi okumalaar... :)
Daha ağzımı açamadan kapıdan Emir'in üzerine atlayıp sert bir yumruk geçirmişti suratına. Fırsattan istifade bende yerdeki forma üstünü giydim. Seslerden dolayı birazdan buraya insanların üşüşeceği kesindi.
Olaylar o kadar hızlı gelişmişti ki ne yapacağımı bilemez halde öylece dikiliyordum. Çığlık atıp bağırmam gerekiyordu oysaki... Miraç ise belki onuncu defa Emir'in suratına yumruk geçiriyordu. Artık olaya müdahale edip onları ayırmam gerektiğini idrak edince hızlıca Miraç'ın koluna yapıştım. Ona dokunmamla yine elimi çekme isteği dolmuştu içime. Onun yumruğu ise ona dokunmamla havada kaldı.
-Yeter dur artık. Bu pislik için değmez. dedim sesimi bulup. Emir'in suratı kadar onunda eli yara içinde kalmıştı.
Emir yerinden doğrulup ayağa kalktı sendeleyerek ve yumruklanmaktan şişmiş suratıyla bana nefretle bakmaya başladı. Sanki her şeyin sorumlusu benmişim gibi...
-Seni şikayet edeceğim aşağılık adam diye bağırdım ve bu defa ben ona saldırmak için hamle yaptım. Ama Miraç beni bir anda belimden tuttu ve ben yerimden dahi kımıldayamadım.
Sonrası ise tam bir curcuna. İçeri güvenlik görevlileri girmiş yüzü dağılan Emir'i görmüş ve Miraç'ın üstüne yürümüşlerdi. Onlara suçlunun o olmadığını ve geri kalan gerçekleri açıklayınca herkesin önce şok oluşunu izlemiştim bana uzun gelen bir süre boyunca. En sonunda bir tanesi kendine gelip nöbetçi süpervizörü ve hastane müdürünü aramayı akıl edebilmişti.
On dakika içinde küçücük soyunma odasında en az 20 kişi doluşmuştu. Olayı her gelene tek tek anlatmak zorunda kalmıştım. Tutanaklar, dilekçeler derken saat gece yarısın bulmuştu.
Bütün bunlar olurken Miraç sadece bana bakmış, sorulan sorulara kısa yanıtlar vermiş ve olanı anlatmıştı. Ona bakmasam bile gözlerinin üzerimden ayrılmadığını hissedebiliyordum. Tuhaf bir şeyler vardı onda, çözemediğim, anlamlandıramadığım şeyler. Daha önce tanışıyormuşuz gibi bakıyordu ve itiraf etmek gerekirse beni etkiliyordu. İyi anlamda mı kötü anlamda mı henüz bu tartışılır...
Ben elimde kahveyle bekleme koltuklarından birinde otururken Miraç karşısındaki nöbetçi hastane müdürüne olanı belki onuncu kez anlatıyordu. Bende onu izleme fırsatı yakalamış oldum. Hafif uzun, dağınık saçları kumral sarı tonlarındaydı. Gök mavisi gözleri, hafif kemerli burnu, dolgun ve bir erkekten beklenmeyecek şekilde pembe olan dudakları, çıkık elmacık kemikleri vardı. Birden bana gözlerini çevirince sanki az önce onu dikizleyen ben değilmişim gibi bakışlarımı kısa bir an yine üzerinde tutup başımı başka yöne çevirdim. Neyse ki kendini ele veren tiplerden değildim. Bütün bunlar olurken Melis neredeydi Allah aşkına?
Ayağa kalkıp onu aramaya çıktım. Hastayı bırakıp çoktan gelmiş olduğunu tahmin ederek muayene alanına geldim ve orada olduğunu gördüm. Doktor deskinde gelen hastalar için order yazıyordu. Beni görünce elindeki kalemi deske bırakıp yanıma geldi ve bana sarıldı.
-Gelemedim, çok yoğundu tatlım. diye açıklama yapmaya çalıştı. Aptal kafam... Sadece iki doktorduk acil serviste. Onun burayı boş bırakabileceğini düşünmek benim hatamdı. Suçluluk duygusuyla dolarak
-Saçmalama Melis. Altı üstü iki doktoruz. Sende gelseydin kim bakacaktı hastalara. deyip onu rahatlatmaya çalıştım. Bıraktığı işe geri dönerken ayak üstü olanı anlatmamı istedi, bende anlattım. Ne kadar eve gidince en ince detayına kadar soracağını bilsemde... Konuyu kapatmak için bende ona hastayı ne yaptığını sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FUŞYA
RomanceSiren sesleri bu defa onun için acı acı çalarken ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi bilmiyordum. Tek yapabildiğim durumunun kötü olmaması için dua etmekti. Bir çok kötü nöbetim olmuştu. Ama hiç birinde bu kadar çaresiz hissetmedim kendimi...