Gökyüzü, tüm bu dünya karmaşasının içinde hala temiz kalmayı bilen tek gerçektir. Hep gökyüzü olmak istemişimdir, saf acıyla dolu koyu bulutlar çevremi sardığında onları bir şekilde bertaraf etmek, onları birbirine düşman edip çarpıştırarak çıkan ışığında aydınlanmak, kazananı olmayan bir savaşta acının içini yarıp suyunu damla damla boşaltmak. Bu yüzdendir yağmuru sevmeyen insanlara anlam verememem. Gökyüzündeki o derin savaştan artakalan acıyı görmeyen insan, gökyüzüne bakmayı bilmiyordur bence.
Düşüncelerimle soğuttuğum çayımı parmaklarımla sarmaladım, boğazımda düğümlenmiş hüznü eritip kendisine yol açmasına izin verdim. Isısı içilebilmek için son demlerindeydi. Bir dahaki düşünceme çıkamayacağını bildiğimden, yağmur damlalarının dövdüğü penceremin önünden kalkıp mutfağa adımladım.
Kızgınlığımın kime veya neye olduğunu çok iyi biliyordum. İçimde su istemeyen bir yangınla dinmek bilmeden harlanıyordum ve yangından çıkan gri dumanlar beynimi bulandırıyordu. Biri beni incittiği için herkesi incitmek istiyordum. Biri beni yaktığı için evreni ateşe vermek istiyordum.
Çalan kapıyla birlikte elimde benzin bidonuyla galaksiler arası yaptığım yolculuğa ara verip demli ve şekersiz çayımı alarak kapıya doğru adımladım. O'nun geldiğini biliyordum.
"Bir daha gelme demiştin ama çorabının tekini bende unutmuşsun."
Ve ben hep onu kovardım.
Davet etmesem bile gireceğini bildiğimden peşimden gelip gelmediğine bakmadan penceremin önüne yerleştim. Ortada unutulan bir çorap olmadığını da biliyordum. Her güne farklı bir bahane bulmasını artık sorgulamıyordum. Birkaç saniye sonra üzerinde oturduğum minder çöktü, sırtım benden izin almadan geniş göğsüne yaslandı. Kızdım ona, evini bu kadar sevmemeliydi.
"Bana kızgınlığını hangi iyiliğimi düşünerek yendin küçük kız?" diye sordu yüzünden eksik etmediği sırıtışıyla. İşin ilginç yanı asla sahte değildi. Sürekli sırıtırdı, nadir gülerdi. Sırıtışı gerçekti fakat gülüşü yaralarla doluydu.
"İyiliklerini düşünseydim seni içeri almazdım, kalbimi kırdığın için affettim seni."
Derin bir iç çekti, "Giriş kattasın, penceren kilit tutmuyor, gelirdim biliyorsun," intihar eden bir kirpiğimi üfleyerek yanağımdan def etti, "ben hep sana gelirim."
Biliyordum. O hep bana gelirdi.
Derin bir sessizliği daha aramıza alırken ben sona yaklaşan yağmur damlalarını; o ise beni izliyordu. Bir şey söylemek istiyordu, dudaklarını kemirip bana bakarken gözlerini kırpmayarak ona bakmamı sağlamaya çalışıyordu. Bunu ona ben öğretmiştim, ilk zamanlardı. Yüzüme bakamıyordu çünkü utanıyordu. O halleri aklıma geldiğinde gülümsemeden edemedim.
"Ne? Neye güldün?" öne doğru eğilip gökyüzünde gülünecek bir şey olup olmadığına baktı.
"Kocaman bir yıldız var, küçücük bir yıldızın yüzüne bakmaya utanıyor."
Geçmiş sayfalarının tozlarını onun da yüzüne doğru üflediğinde sırtını dikleştirdi, daha sonra vazgeçip kendime doğru çektiğim dizlerimi elleriyle uzatmamı sağlayıp siyah saçlı kafasını kucağıma yerleştirdi. Ben de ellerimi hemen siyah denizine daldırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Siyah Kedi
Ficção AdolescenteSaçlarına daha sıkı sarıldım belki de kafasının içindekileri görebilmek adına. Kelimelerle anlaşmayı çok önce denemiştik, biz dillerimize ayak uyduramıyorduk. Kafasına dokununca duyuyordum dönüp duran tilkilerinin seslerini. O da benim sırtıma dokun...