2. Bölüm "One Day We Will Be Remembered"

406 27 4
                                    

 Marketteki ahmağı atlatıp -nasıl başardığımı bilmiyorum- eve döndüğümde yolun yarısında aç kaldığını fark ettiğim telefonumu şarja taktım. Bir yandan aldıklarımı yerleştirecek yer ararken bir yandan da annemden gelen mesajları dinlemeye başladım.

 "Eve vardığında arayacağını söylemiştin. Neyse, yolculuğun nasıl geçti? Orası nasıl, komşuların nasıl? Aramanı bekliyorum."

 "Tamam, uçaktan indikten sonra telefonunu açmayı unuttuğunu varsayıyorum ve hala aramanı bekliyorum."

 "Artık korkmaya başlıyorum Taylor. Saatlerdir arıyorum, mesaj bırakıyorum ama sen bana dönmüyorsun. Sakin bir yaşam istiyorum derken beni de sileceğin aklımın ucundan geçmezdi."

 "Planlar değişti Taylor, turnenin Avrupa ayağı 19 Ağustos'ta değil, 22 Ağustos'ta başlıyor. Orada birkaç gün daha kalabilirsin."

 Son mesaj annemden değil, Josh'dandı, menajerimden. Hemen Gwen'i aramam gerekiyordu, aksi halde ortalığı karıştırabilirdi. Numarasını tuşladım ve daha ilk çalışta açan annemin attığı nutuğu dinlemeye başladım:

 "Taylor, seni kaç kere aradım, ulaşamadım. Öyle korktum ki bir şey oldu diye....Annene hiç mi acımıyorsun da böyle sorumsuzca davranıyorsun....Tanrım...öyle korktum ki...Çok şükür şu an iyisin, iyisin değil mi?...Taylor?...Kızım konuşsana, dilini mi yuttun?"

 "Anne, kendimi koruyabilecek yaştayım ve sorumluluklarımın da farkındayım. Lütfen sen de küçük çocuk muamelesi yapmayı kes."

 "Tamam, bak sadece çok endişelendim. Ve lütfen bir dahaki sefere daha duyarlı ol. Sen benim için çok değerlisin, tatlım."

 "Eminim öyleyimdir. Neyse anne, sonra görüşürüz."

 Klasik anne dırdırını çektikten sonra gitarımı ve şarkı defterimi kapıp tekli koltuğa yayıldım. Dün gece beni uykumdan eden fikri notalara dökme zamanı gelmişti.

 Kendimi bildim bileli sevgililerime duyduğum aşkı veya nefreti yazmıştım. Ama bu sefer farklıydı. Bu şarkı, ekibime, hayranlarıma kısacası beni bu noktaya getiren herkese bir teşekkür niteliğindeydi.

 Long live the walls we crashed through.

 (Çok yaşayın kırdığımız duvarlar.)

 How the kingdom lights shined just for me and you

 (Krallık ışıklarının nasıl da sadece senin ve benim için parladığı)

 I was screaming long live all the magic we made.

 (Çok yaşa yarattığımız büyü, diye bağırıyordum.)

 And bring on all the pretenders

 (Ve getirin bütün tahtımıza göz dikenleri.)

 One day we will be remembered

 (Bir gün hatırlanacağız.)

 ****

 Belimin ağrısıyla gözlerimi açtığımda koltukta uyuyakaldığımı fark ettim, yine. Karnımın gurultusuyla ne kadar zamandır bir şey yemediğimi düşündüm, eee, düşünemedim. Kendimi mutfağa atmamla dün aldığım bütün cheesecakeleri mideye indirmem bir oldu. Sanırım turne başlamadan spora başlamam gerekiyordu, hay aksi.

 Ortalığı yeterince düzenledikten sonra -her şeyi bir yerlere tıkıştırdıktan sonra- bu güzel havayı değerlendirmem gerektiğini düşündüm ve hemen bikinilerime sarıldım. Deniz kenarına indiğimde benim gibi düşünenlerin fazla olmadığını fark ettim. Tam denize girmek için hazırlanırken omzuma vuran sert bir şeyle yere düştüm. Bir hışımla arkama döndüğümde yine o karamel rengi gözlerle karşılaştım. Yüzünde alaycı bir ifade vardı. Salak.

 "Çok özür dilerim. Gerçekten istemeden oldu."

 İstemeden, ha? Havlunun üzerindeki güneş kremini elime aldım, yüzüme aynı gülümsemeyi yerleştirip bütün kremi esmer tenine sıktım.

 "Çok özür dilerim. Gerçekten istemeden oldu."

 Güneş kremi bulaşmış dudakları ettiği küfrü ifşa ediyordu. Birkaç saniye kızgın bakışlarına meydan okurcasına karşılık verdim. Ona "Taylor Swift'e bulaşmanın sonuçları" temalı bir bakış atıp sahili terk ettim.

 Sahilden dönerken olanları düşündüm. Etrafındakilerin kahkahalarını umursamaması beni hayran bırakmıştı; çünkü ben hiçbir zaman başkalarının bana duyduğu nefreti görmezden gelememiştim, bu konuda hep zayıf kalmıştım.

 Eve varır varmaz kendimi duşa attım. Akan suyun altında bütün hayatımı düşündüm, her şeyi. Çocukluğum, onun bana olan tavrı, babamın umursamaz davranışları, Austin'in bana sığınışı, evden kaçışım, ilk albümün çıkışı......hepsini.

 Kendimden başka bir tek Austin vardı benim için, kardeşim. Hiçbir zaman sevgiyle büyütülmüş o mutlu çocuklardan olamamıştım. Annem ve babam hep ayrıydı, ara sıra benim için buluştuklarında bile hala anlayamadığım sebeplerden dolayı kavga ederlerdi.

 On beş yaşındaydım bütün bunları hayatımdan çıkarma kararı aldığımda. Yola, zaten hep benimle olan müzikle devam edecektim. İşte o günden sonra bütün hayatım değişmişti. Ben sevmeyi, sevilmeyi hayranlarımdan öğrenmiştim. Onlar benim sahip olduğum tek şey, tek ailemdi. Onlar benim yaşama sebebimdi.

 Duştan çıktığımda havayı kararmış görmek beni şaşırtmıştı. Ben kaç saattir duştaydım ki; iki, üç, beş? Bilmiyorum. Bütün bildiğim geçmişin artık kafamda yer tutmaması gerektiğiydi. Ama olmuyordu, tüm o kötü anıları unutamıyordum. Belki de beni olduğum yere getiren onlardı ama dünle, bugünümü zehir edemezdim.

 Tüm bu düşüncelerle kendimi sokağa attığımda hava beklediğimden de soğuktu. Beni transa geçmeye iten şeylerin olduğu yere, sahile indim. Neden böyle düne takılıp kalmıştım, gerçekten en ufak bir fikrim yoktu. Kim bilir, belki de o bana geçmişi hatırlatmıştı. Ya da belki geçmişte kalmış birini....

 Kafamı karıştıran bu düşüncelerden sıyrılmama sebep olan kadifemsi sesle arkama döndüm. O'ydu, bana gülümsüyordu. Gülümsemesine anlam veremediğimden, bana doğru yürüyüp yanıma oturmasını meraklı bakışlarla izledim. Kısa bir süre sonra -uzun da olabilir, emin değilim- suskunluğu bozdu.

 "Yine karşılaştık, evren birbirimize daha fazla zaman ayırmamız gerektiğini düşünüyor olsa gerek."

 "En son böyle şeylere inandığımda dokuz yaşındaydım." Onu bozmamdan hoşlanmadığı çıkardığı homurtudan belliydi. Ama yine de devam eden o oldu.

 "Benim her gece sahilde olduğumu herkes bilir. Şimdi sen tesadüflere mi inanmıyorsun, yoksa gerçeklere mi?"

 Geri zekalı. Görürsün sen.

 "Kendini dünyanın merkezinde zanneden şapşallara." Tam ağzını açacağı sırada telefonum çaldı.     Harika!

 "Efendim Josh... Evet... Tamam... Anlıyorum... Peki, bakacağım... görüşürüz" Ah şu ıvır zıvır işler yok mu..

 Telefonu kapatıp ona döndüğümde beni izlediğini fark ettim.

 "Gitmem lazım. Hoşça kal, ya da kalma. Gerçi bu halinle hoşça kalmak da zor olur

"Sen hiç merak etme, emin ol ben sensiz çok daha hoş ve mutlu

"Aman ne komik." Bir cevap beklemeden arkamı döndüm ve yola koyuldum.

 Eve dönerken bütün günün analizini yaptım kafamda. Eğer bugün düşünmeye ayırdığım zamanı şarkı yazmaya harcasaydım herhalde en az iki albüm çıkardı.

 Bugün, kendimi son iki yıldır hiç olmadığım kadar mutlu hissetmiştim, sebepsizce. İnsanlara sataşmış, kendi evime yerleşmiş, adım başı hayranla karşılaşmamış, ortalığı istediğim gibi dağıtmış, sınırlandırılmadan istediğim gibi hareket etmiştim. Ve daha da önemlisi; etrafımdaki milyonlara rağmen ilk defa bugün kendimi yalnız hissetmemiştim.     

Speak Now (Taylor Swift Fanfiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin