YENİ ASİSTAN

55 26 8
                                    


Ilık esen rüzgar saçlarımı dalgalandırırken, güneş sıcaklığyla yüzüme çarparken içimden saymaya devam ettim. Ah nerede kaldı bu adam? Sınavıma onun ve değerli telefonu yüzünden geç kalmak istemiyorum.

Evet, dün akşam İlke'nin söyledikleriyle kararımı verdim. O adamdan korktuğumdan değil, onunla uğraşmak istemediğim için ona bu sabah mesaj attım. Bana burada yani neredeyse sokağın ortasındaki bankın yanında beklememi söyledi. Ve verdiği saati de on beş dakika geçti.

Ellerimi göğsümde birleştirip etrafı izledim. Yaşlı kadın bastonuyla karşıya geçiyor, iki genç de hararetli bir şekilde konuşuyordu. Artık sıkıntıdan insanları izlemeye başladım resmen.

"Hey." Arkamı döndüğümde aramızda sadece beş santim vardı. Üstünde salaş bir beyaz gömlek ve kotu vardı. Bu spor kıyafetler onun ciddiyetini bozmamış.

"Telefonumu alayım." Elini uzatınca kolundaki marka saati gözüme çarptı. Acaba kaç işçinin yıllık maaşına eşitti? Sinirle çantamdan şahane telefonunu çıkardım. Tam verecekken durup gergin suratına baktım. Bu adam hiç güler mi acaba?

"Önce ben alayım." Bunu beklemediği için afalladı. Ama sonra dudağının kenarı kıvrıldı.

"Bak küçük kız, seninle oynayacak vaktim yok. Bir an önce telefonu ver. Sen verince ben de sana vereceğim." Mavi gözleri mavilerimi delerken bende bir adım yaklaştım. Ne olursa olsun...

"Bak zengin züppe, benim de seninle harcayacak vaktim yok. Önce sen sonra ben." Nihayet alayla gülünce bembeyaz dişleri göründü. Sözümü geri alıyorum. Bu adam gülebiliyormuş.(Biraz fazla güzel gülebiliyormuş."

"Sen farklısın. Gerçekten çok cesursun. Peki o zaman şöyle yapacağız... Üçe kadar sayıp aynı anda telefonları birbirimize uzatacağız. Anlaştık mı küçük kız? Tam senin seveceğin şekilde oyun oynacağız." Alaylı sözleri karşısında sadece kaşlarımı çattı. Aramızda en fazla beş yaş vardı.

"Peki. Öyle olsun çok bilmiş YAŞLI ADAM. Bir... İki... Üç." Telefonu uzatınca hızla elimden alıp gerçek bir gülümse yayıldı dudaklarından. Off nasıl bu kadar saf olabilirim? Sinirden telefonu öylece verdim.

"İşte böyle alırlar. Artık iki telefonum oldu desene." Öfkeden işaret parmağımla kaliteli gömleğinin kunaşına dokundum. Sert teni parmağımın altındaydı.

"Bak sınavıma geç kalacağım. Artık telefonumu ver." Kafasınu eğip göğsünün üstendeki parmağıma ve kızgın suratıma baktı. Yüzü ifadesizdi. Sadece bakıp düşündü.

"Hımmm... Peki telefonunu alacaksın. Ama bir şartla." Sinirden gülebilirim? Evet ilk defa sinirden güleceğim galiba. Parmağımı göğsünden çekip ellerimi yine göğsümde topladım. Kendi telefonumu almak için şarta maruz kalıyorum resmen.

"Peki nedir şartınız acaba?" Biraz alaylı ifade benim sıramdı. Bir adım daha yaklaşınca ister istemez gerilsem de bir şey belli etmedim. Etrafımızdaki insanlar önümdeki adama kısa bakışlar atıyordu. 'Olamaz bu Yaman Korhan mı?' Ya da 'Yaman Korhan benim yürüdüğüm cadde de mi? İnanmıyorum' bakışları...

"Benim şirketimde çalışacaksın." Duyduklarımı doğrulamak istercesine kollarımı çözüp ciddi bir şekilde suratına baktım.

"N... Ne?!"

"Benim asistanım olacaksın. Bunun karşılığında çok para kazanacaksın ve bu telefona da ihtiyaç duymayacaksın. Ama tabi telefonunda elinde olacak." Omzumdan düşen askılı çantamı düzeltip Yaman'ın arkasından geçen iki kadına baktım. İkisi de dedikodularını yapıp ellerindeki kahvelerinden bir yudum alıyordu. O kadar dalmışlardı ki etrafındaki hiçbir şeyi görmüyor gibiydiler. Köşeyi dönene kadar onları izledim.

DalYaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin