-DUYURU-
OKUMADAN GEÇMEYİN.
Bölümü fazlasıyla geç yayınladığımızın farkındayız. Ama sınavlar, teog sonuçları vs. derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. ÖNCELİKLE BU BÖLÜM İÇİN; gerçekten fazlasıyla sıkıcı oldu, farkındayız. Ancak daha iyi ve eğlenceli –ekşınlı- olaylara geçebilmemiz için bu bölümleri tamamlamamız gerekiyor. Bu bölümden sonra olayları tam olarak başlatmayı düşünüyoruz. Teog açıklandı, 15 tatile giriyoruz, dersler boş vs. YANİ; bölümler artık 2 günde bir gelecek. Yeterince uzun ve ekşınlı bölümler yazmaya çalışacağız. Her zaman yanımızda olan okurlarımıza da ayrı bir teşekkür etmek istiyoruz. Sizi seviyoruz.
-Nazlı&Sena
Hatırlatma-
Yavaşça arkamı dönerken ela bir çift gözle karşılaştığımda sertçe yutkunmuş; nedensizce heyecanlanmıştım.
Onun aldığı elbiseyi giydiğinden olmasın?
Dün olanlara karşı, bugün elbiseyi verirken özür dilemesi beni, ona karşı oldukça yumuşatmıştı. Belki bir şans daha vermeliydim?
Attığı imalı bakıştan anladığım kadarıyla elbiseyi giymemden memnun görünüyordu. Yarım ağız gülümsedi ve Liam'la lobiden çıkışa yürümeye başladı.
Tanrım!
Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştığımda elimi alnıma koymuştum. Neden bana karşı yaptığı her harekette heyecanlanıyordum ki?
''Hey Ally, sen iyi misin?''
''E-evet.'' Dediğimde kelimelerin boğazımda düğümlendiğini hissediyordum.
''Tanrım, içimden bir ses bu gecenin gerçekten heyecanlı geçeceğini söylüyor.''
Ya, ne demezsin Nialler.
*****
''Yürüyebileceğini sanmıyorum Ally.''
''Beni rahat bırak Niall. Sadece eve gitmek istiyorum.''
''İzin ver de ben götüreyim.''
''Ben gidebilirim. Sadece beni rahat bırak Niall.'' Diyerek beni tutan ellerinden kurtulduğumda ona sinirli bir bakış attım. Tanrım, bir rahat yok muydu bana? Geldiğimden beri içtiğimin ben de farkındaydım.. Ama, göğsümün sol tarafında bir şeyler acıyordu.. ve.. ve ben acısını ancak bu şekilde hafifletebiliyordum. Ben Zayn'i istiyordum. Her ne kadar beni kırmış, üzmüş ve yeni bir nişanlısı olsa da ben, onu istiyordum.
Etraftan tutana tutuna çıkışa vardığımda başımın feci ağrısıyla yüzümü buruşturmuştum. Acıyla kafamı aşağı eğerek ellerimle masaj yapmaya çalıştım. Azda olsa toparlanarak yavaşça kafamı kaldırdım. Beni izleyen bir çift ela gözle karşılaştığımda şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırmıştım. Bu çocuk da her delikten çıkıyordu. Pekala, onu istiyordum ama şu an uygun zaman değildi. Başım feci şekilde ağrıyordu.
Onu umursamadan yoluma devam etmek istiyordum. Tökezleye tökezleye kapının kolunu tuttuğumda aklımda, ne bok yemeye bu kadar çok içtiğim, vardı. Kendime olan sözümü –artık bara geldiğimizde içmeyeceğimle ilgili olan- bile tutmamıştım.
Bir çift kol belimi sardığında önce ürksemde, onun olduğunu anladığımda arkamı dönerek kaşlarımı çattım. Aramızdaki santimleri önemsemeden sadece ona doğru bakıyordum.
''Derdin ne senin?''
''Kötü durumdasın. Seni odana götüreyim.''
''Kendim gidebilirim.'' Dediğimde tek kaşını kaldırıp beni şöyle bir süzmüş ardından 'bu söylediğine gerçekten inanıyor musun?' dercesine bakmaya başlamıştı. Kendime şöyle bir baktım. Doğru söylüyordu. Fazlasıyla dağılmış, içmiştim.