1.BÖLÜM

11 0 0
                                    

Okumuş doktor olmuştu 24 yaşındaki genç kız. Her zaman hayallerinin peşinde koşan bir kızdı. Gene yapmıştı ya zaten bunu. Senelerce hayalini kurduğu doktorluğu gerçekleştirmişti. Ailesi de anlamış olacak ki hayallerinin peşinden koşan bir kızları olacağını bu yüzden HAYAL koymuşlardı kızlarının adını. Annesi Banu Hanım ve babası İsmail Bey pek düşkünlerdi ipek saçlı kızlarına. Bir de abisi vardı Hayal'in, kız kardeşine çok düşkündü Rüzgar. Bu zamana kadar onu hep kollamış, hep yanında olmuştu.  Hayal'in en büyük dayanağı olmuştu abisi. Abisinin omuzlarına yatar, ağlardı üzgün olduğu zamanlarda. Abisi ise onu sonuna kadar dinler, kardeşinin arkasında olurdu her daim. Peki ailesi için bu kadar kıymetli olan bir genç kızı neler bu hale getirecekti? Aşk. Tabii ya ne değişik şeydi bu aşk. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin de bu aşk çemberine tutsak olmamışlar mıydı? Peki aşk hep kavuşamayanların mı hikayesiydi? Aşk sevdanın en koyu haliydi. Ve o öyle bir şeydi ki tebessüm etmeyen dağ gibi adamı bile kahkahalara boğabilecek bir güce sahipti. En inatçı insanlar bile aşk ile her şeyi kabul eder olmamışlar mıydı? Bir tutsaktı aşk. Girişi var fakat çıkışı yoktu. Kavuşamayanların hikayesiydi aşk. Kimisi sevgilisinin kokusuna hasret kalır, kimisi onun yokluğuna dayanamayıp son verirdi hayatına. Bu aşk değil de neydi? Bir de aşk öyle bir güce sahipti ki herkesi değiştirirdi. Kimisi saçma bulurdu aşkı, kimisi ise sonuna kadar desteklerdi. Şimdi de Hayal ile Burak vardı. Peki bunları aşk nasıl değiştirecekti? Aşk eninde sonunda onları bulacaktı. Ama onlar kavuşabilecekler miydi? Onların kaderleri bir miydi? Yoksa ayrı mı?

HAYAL'DEN

Sabah gözüme gelen güneş ışığı ile araladım gözlerimi. Hemen kalkıp odamdaki banyoya girdim ve elimi yüzümü güzelce yıkadım. Ardından havluyla güzelce kuruladım. Dişlerimi de fırçaladıktan sonra banyodan çıkıp elbise dolabıma doğru yol aldım. Hastahane de üstümü değiştireceğim için kot pantolon ve sade beyaz bir t-shirt ile yetindim. Saçlarımı tarayıp, at kuyruğu yaptıktan sonra yüzüme belli belirsiz bir makyaj yapıp odamdan ayrıldım. Mutfağa girdiğimde kahvaltı hazırdı ve herkes beni bekliyordu.

"Günaydın herkese" dedikten sonra hemen masadaki yerime oturdum. Kahvaltı için pek fazla vaktim olmadığı için bir iki yudum bir şeyler yedikten sonra hemen kalktım sofradan. Herkese "Afiyet olsun." demeyi ihmal etmedim. Tabii onlarda "Kolay gelsin." dediler.

Hastahaneye doğru yol almaya başladım. Babam mesleğime başlayınca bana hediye bir araba almıştı. Her gün işe arabamla gidip geliyordum. Ama bugün içimde çok farklı bir his vardı. Sanki bir şeyler yolunda gitmeyecekti bugün.

Hastahaneye vardığımda herkesin nefret ettiği fakat benim aşık olduğum o kokuyu içime çektim. Bu koku bana huzur veriyordu, rahatlatıyordu. Hastahanedeki odama çıkıp gene aşık olduğum formalarımı giydim. Yaka kartımı da takınca hastaları ziyaret etmek üzere odamdan ayrıldım. Doğum doktoru olmanın en güzel yanıda buydu zaten. Hastalarım masum bebeklerdi. Anne ve babalarının bana minnettar bakışları, bebekleri ilk elime aldığımda o güzel kokuları... 

"Hayal hanım trafik kazası olmuş. Kadın yedi aylık hamileymiş, ambulans şimdi gelir hemen hazırlanın."

Hemşirenin sözleri karşısında gözümden bir damla yaş akmıştı. Tamam doktor dediğin soğuk kanlı olurdu. Ama ben öyle degildim işte. O annenin hayalleri vardı, bebeği adına... Hemen kendimi toparlayıp acil kapısına doğru koştum. Siren sesleri ambulansın yaklaştığının habercisiydi. Bu sesten nefret ediyordum işte.

"Hayal hanım annenin nabızı gittikçe düşüyor. Bilinci kapalı ve çok fazla kan kaybetti."

Amaliyathaneye doğru hızlıca koşuyorduk. Ben sadece bebek ile ilgilenicektim. Anneyle ise başka bir doktor. Amaliyathanenin kapısı açıldı ve içeriye girdik. Aynı zamanda hemşireler ellerimize eldivenleri takıyordu.

"Hayat Hanım elimizde tek çare var. Ya anne ya bebek. Bebeğin babası dışarıda bekliyor lütfen ona bir seçim yapmasını söyler misiniz?"

Nefret ediyordum işte bu durumdan. Neden ikisi de hayatta kalamıyordu? Annesi daha bebeğinin yüzünü bile görmemişti. Bebek de annesinin. Neden ikisi de ayrılmak zorunda? O an ben ölmek istedim orada. Yavaş yavaş ameliyathanenin kapısına doğru yöneldim ve dışarı çıktım. Kapıda bekleyen çok fazla insan vardı. Ne diyecektim ben onlara, nasıl soracaktım bu soruyu?

Kapıya çıkmamla hepsi etrafımda toplandı. Soğukkanlı çıkmasına gayret ettiğim sesimle

"Hastanın eşi kim?" dedim. Uzun boylu, genç bir adam boğuk çıkan sesiyle "Benim" dedi. Ardından da "eşimin durumu nasıl doktor hanım bebeğim iyi mi?" diye de ekledi.

"Beyefendi ben çok üzgünüm ama bebek ile eşiniz arasında tercih yapmanız lazım. İkisini birden kurtaramayız" dedim.

Biraz düşündü çok geçmeden de soğukkanlı olmaya özen göstererek "Bebeğimi kurtarın" dedi. Bende fazla vakit kaybetmeden hemen ameliyata geri döndüm.

2 saat sonra

Ameliyat bebek açısından gayet başarılı geçmişti fakat anneyi kaybetmiştik. Şimdi doktorluk vazifemi yazacaktım ve herkesi tesseli etmeye çalışacaktım. Öncelikle de bebeğin babasını. Gözlerinde ki acının tarifi yoktu çünkü. Kim isterdi eşinden böylesine ayrılmak. Eşinden geriye de bebeği kalmıştı, kızı kalmıştı. Annesiz büyütmek zorunda kaldığı bir kızı kalmıştı. İleride annesini soracaktı babasına, " annem nasıl biriydi baba" diyecekti. Hem anne hem baba olacaktı o adam çocuğuna. Karısının en değerli emantiydi kızı ona. Gene o büyük ameliyathane kapısından çıktım. Herkes başıma toplanmıştı, her ağızdan farklı sorular çıkıyordu. Ama aslında hepsi aynı soruydu.

"Bebeği kurtardık fakat..." sözümü tamamlayamadan ölen kadının annesi olduğunu tahmin ettiğim kadın ağlamaya başladı. Boğuk çıkan sesiyle "Kızım..." diyebildi sadece. Soğuk kanlı olmak zorundaydım. Sesimin boğuk çıkmamasına özen göstererek "anneyi kurtaramadık" dedim ve hemen odama doğru adımlarımı hızlandırdım. Odaya girer girmez göz yaşlarımın serbest kalmasına izin verdim. Bir haya bitmişti, bir çocuk annesiz kalmıştı, geriye bir sürü yaşlı göz kalmıştı. Ama elimden geleni yapmıştım, yapmaya da devam edecektim. Kendimi toparlayıp hemşireye ölen kadının annesinin nerede olduğunu sordum. Kadını bir odaya aldıklarını söyledi. Odanın yerini öğrenip adımlarımı oraya doğru hızlandırdım. Kapıyı tıklattım ve içeriden "gir" komutunu alınca kapının kulpunu aşağı doğru iterek, kapıyı araladım. Kadının yanında yirmi yaşlarında, gözü yaşlı bir kız oturuyordu. Bende adımlarımı ikisinin yanına doğru attım.

"Daha iyi misiniz?"

"Nasıl iyi olayım, canım gitti benim, kızım gitti" dedi. Evlat acısı kolay değildi. Hemde hiç. "neden bebeği seçti ki neden? Neden kızımın ölmesine izin verdi?" diye de ekledi tekrar ağlamaya başlarken. Yavaşça kadının yanına yanaşıp, yattığı yatağa onu rahatsız etmeyecek biçimde oturdum ardından da ellerini avcumun içine aldım ve konuşmaya başladım. "Teyzem evlat acısı çok zor. Annem hep derdi. Size bir şey olursa yaşayamam ben diye. Seni anlayamam tabi çünkü hayatta bazı şeyler yaşamadan anlaşılmaz. Ama eğer damadınız eşini seçseydi bu sefer de kızınız evlat acısı çekecekti. İnanın bana kızınız olsa o da aynısını isterdi. Çünkü o da anne olmuştu. Şuan kızınızdan size bir emanet kaldı. Torununuz. Güçlü olup onun yanında olmanız lazım. Çünkü onun size çok ihtiyacı var. Belki şuan anlayamıyor ama o da annesini kaybetti. Meleğini kaybetti. Lütfen sizde güçlü olun, kızınızın emaneti için güçlü olun." Kadın yerinden doğrulup sarıldı. Bende ona "Haklısın" diyebildi sadece. Acısı çok fazlaydı. Ama güçlü olacaktı, zorundaydı. Yerimden doğrulup kapıya doğru ilerlerken "Kızımın emanetine çok iyi bakacağım." dedi. Arkama dönüp tebessüm ettim ve odadan ayrıldım.

Kalbimdeki AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin