Öncelikle bu ilk hikayem ve aşırı derecede heyecanlıyım:)
Hikayemi okuyan herkese teşekkür ediyorum ve okumaya başladıkları tarihi yazmasını rica ediyorum.
Elimden geldiğince uzun yazmaya ve yazım yanlışı yapmamaya çalışıcam.
1. BÖLÜM
Karanlık bir ormanın en kuytu köşesinde oturmuş, dizlerini kendine çekip kollarını bacaklarına sararak ağlayan küçük bir kız çocuğu!
Etrafta hiçkimse yok, sadece o! Ve birde o korkutucu ulumalar, baykuşların geceyi delip geçen sesleri vardı. Kim bilir belkide pusuya yatmış bi çok hayvan daha vardı görünmeyen. Ama insan ırkına rastlanmıyacağı kesindi. Etrafında tek bir kişi dahi olmamasına rağmen küçük bedenini daha sıkı kavradı o küçücük, zayıf kolları. Böyle yapınca sanki daha çok küçülürse görünmez olucaktı. O, göremediği bişeyden kendini korumak istercesine sardı küçük kolları bedenini. Her geçen saniye küçük kızın ağlayışları feryatlara dönüştü, feryatlar iç çekişlere.
En sonunda birazda olsa ağlaması yavaşladığında dizlerine yasladığı başını kaldırıp etrafa bakındı. Gözleri bende takılı kaldı. İlkten korkup sıçrayarak biraz geri çekildi. Daha sonra sanki beni tanıyormuş gibi, sanki burda olmasının sebebi benmişim gibi bi anda bağırmaya başladı.
Git diyordu...
Bu koskoca ıssız ormanda ondan başka sadece ben vardım. Onu burdan kurtarabilirdim. Ama o önüne altın tepsiyle sunulan şansı elinin tersiyle itmesini sağlayacak kadar güçlü bi nefretle bakıyordu bana. Bi an arkamı dönüp gitmek istedim. Ama yapamadım. Ne olursa olsun onu burdan kurtarmak istedim. O bana hâlâ bitmek bilmeyen bi nefretle tüm gücünü kullanarak bağırırken ona elimi uzattım. Benden böyle bir şeyi beklemiyordu ki o güzel küçük yüzünün en nadide parçası olan yaşlı gözlerinde şaşkınlık vardı.
"Ver elini hadi, gidelim burdan. Belki bi çıkış yolu buluruz. "
Dedim onu ikna etmek umuduyla. Aslında onu ikna etmek çokta zor olmadı. Elimi tutmak için o küçük elini uzattığı anda bi ses adımı seslendi.
Nerden geldiğini bilmediğim bi ses "İdil" diyerek seslenmeye devam ederken ben sadece küçük kıza odaklanmıştım. Ama o, adımın bu ıssız ormanda yankılandığı anda yok olup gitmişti. Etrafımda delice dönüyordum. Onu bu ıssız ormanda bulma şansım olmasada küçük bir umudun arkasına sığınarak baktım etrafıma. Hem " küçük kız " diyerek sesleniyor hemde delicesine etrafımda dönüyordum. En sonunda yorgunluktan ayaklarım birbirine dolandığında yere düştüm.
Ama bi anda herşey aydınlandığında etrafıma bakındım. Tabi ki karşımda bana otuz iki diş sırıtarak bakan Buğra'yı beklemiyordum. İlk önce şaşkın şaşkın Buğra'ya baksamda daha sonra şaşkınlığımın yerini sinir almıştı. Beni yataktan yuvarlamıştı hayvan. Aslında beni o korkunç rüyadan uyandırması iyi olmuştu ama ben uyandırılmaktan nefret ederdim. Uykum olmasa bile beni bi başkası uyanmaya zorladığında inadına uykum gelirdi. E tabi bunun sonucunda beni uyandırana saldırmaya hazırlanan bi ben. Ama benim canım kankam Buğra uyandırmakla kalmayıp üstüne beni yataktan yuvarlayarak beni canım değerlimi de (kalçamı) kırmıştı. Sonuç daha çok sinirli bir İdil.
Hemen yerden toparlanarak Buğra'ya bakıp sevimli yüz ifademi takındım. Benim yüz ifademin değişmesiyle onunda sırıtışı silinip yerini endişe almıştı. Ona biraz daha yaklaşarak,
"Canım kankacım, seni öldürmemem için geçerli bi sebebin var mı?" Dedim karşısında kendimi sakince durmaya zorlarken. Biraz düşünür gibi yapıp,
"Kankanım?" Dedi soru sorar bi tonda. Bende karşısında hâlâ sevimli yüz ifademle durmak için ayrı bir çaba sarfediyordum. Söylediğine karşı ifademi bozmadan,
"Kankam olman hiçbirşeyi değiştirmez. Sadece sana bi tanıdık kıyağı olarak ölümünün acı çekmeden hızlı bir şekilde olmasını sağlayabilirim o kadar. " Dedim.
Ama ben artık dayanamıyorum. Benim çoktan bu çocuğun üstüne atlayıp o aslında kıvırcık olan ama her sabah tarz diyerek fön çektiği saçlarını tek tek yolmam gerekiyordu. En sonunda dayanamayarak sinirli yüz ifademi bürünüp üzerine yürümeye başladım. Ben ona doğru attığım her adımda beynimde ona uygulamak istediğim cani planlar buluyorken oysa yavrucak her adımımda dehşete uğruyordu.
Aramızdaki son bir adımlık mesafeyi kapatmama izin vermeden hızlıca,
"Aysel Teyzeee" diye anneme seslendi. Tabi Allah var akıllı çocuktu bu benim uyku düşmanı arkadaşım. Biliyo annemin onu haklı bulup bana oklava yollayacağını hemen ona koşuyor. Ama şimdi oldumu bu yaa!! Benim hırsımı almam lazımdı senden. Şimdi kim ister sabah sabah oklava yemeyi? Ha canım arkadaşım, söyle kim. Açıkçası ben istemediğim için hemen önünden çekildim. Çekilirkende annemin "öz oğluna" seslenişini duyduk tabi.
"Efendim oğlum?"
Sessizce Buğra'ya yaklaşarak,
"Sakın bişiy söyleme bende karşılığında seni öldürmeyeyim tamam mı kankacım?" Dedim. E tabi böyle anlaşmayı bi daha nerde bulacak hemen kabul etti ve hemen ardından,
"İdil'i ben uyandırdım." Dedi bana sırıtırken. Ben odadan ne zaman çıkacak diye beklerken çocuk geldi yatağıma yayıldı ya. Böyle bişey olamaz. Aklıma gelen hain planla sırıtmaya başladım. Ama yavrucak telefonuyla uğraştığı için beni görmüyor. Sessizce arkasından yaklaşmaya başladım. Daha sonra yorganımın kenarlarından tutarak havaya kaldırdım. E doğal olarakta Buğra yere yapıştı. Bende hemen o yerdeyken yatağıma yüz üstü yatarak,
"Sen sadece benimsin bebeğim, benden başkasına yâr olamazsın." Dedim yatağıma sarılırken. Buğra bana tuhaf tuhaf bakarken,
"Aysel Teyzeye söyliyimde şu yatağı atsınlar yoksa seni delilerin yanına atmamıza az kaldı." Dedi. Bende büyük bi şok içinde saydırmaya başladım.
"Tövbe de be. Kimse atılmıyor bi yere. Hem ben yatağımla evlenicem. Sende düğünümüzde göbekli amcalar gibi göbek atıcaksın. Aslında ben kendi tarafıma düşen evlenme teklifini yaptım ama kız evi naz evi hesabı düşünücem dedi. Ama kabul edicek, hissediyorum." Deyip Buğra'ya baktım. Bana ağzı bi karış açık şekilde bakıyordu. En sonunda kendine gelmek ister gibi başını iki yana sallayıp sanır çekerek içeri gitti.
Bu arada ben kendimi tanıtayım. Ben İdil CEVHER. On sekiz yaşında lise son sınıf öğrencisiyim. En yakın arkadaşım Buğra. Orta gelirli bir ailenin tek çocuğuyum. Aslında anlatacak pek bişey yokmuş.
Düşüncelerimden sıyrılıp hemen elimi yüzümü yıkayıp, üstümü değiştirmek için dolabımın başına geçtim. Dolabımdan okul formasını alarak giyinmeye başladım...ADEL'İN AĞZINDAN:
Sabaha abimin bana vermiş olduğu günaydın öpücükleriyle merhaba dedim. Abim benim en değerlim. Ben de onun için çok değerliyim. Bunu her fırsatta söylemesene hissettirir. Bence böylesi daha iyi.
Abim beni uyandırdıktan sonra ben yataktan kalkmak istemediğim için biraz yatak keyfi yapmıştık. Daha sonrada ona boğmak istercesine sarıldım. O da kolunu belime doladı. Biz böyle yatak keyfi yaparken annem kapının ordan abimi kastederek,
"Koray ben seni Adel'i uyandır diye gönderdim gidip yanına yat diye değil. Şimdi ikinizde doğruca kahvaltı masasına." Diyerek o otoriter sesiyle konuştu. Abim hemen toparlanıp benide kaldırdı yataktan, ellerinizde teslim olurcasına yukarı kaldırdı. Anneme hitaben,
"Annecim abimi azarlaman bittiyse odamdan çıksanızda bende üstümü değiştirsem." Dediğimde annemde abime gözleriyle yürü işareti yaparak odadan çıkarttı daha sonrada kendisi çıkarak kapıyı kapattı. Bende hemen elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdim.
Bu arada ben kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Adel. Adel SOYKAN. On sekiz yaşında lise son sınıf öğrencisiyim. Soykan şirketlerinin varislerindenim. Bi tek abim var başka kardeşim yok.
Neyse konuşmaya daldık. Banyodan çıkıp beyaz, bir duvarı komple kaplayan gömme dolabın başına geçtim. Bu gün okul olduğu için giyecek daha düzgün şeyler bulmalıyım.
En sonunda dolap başında dikilmekten sıkılıp elime geçen ilk şeyi asker yeşili şortlu tulumumu alıp giydim. Ayakkabı olarakta beyaz spor ayakkabılarımı giydikten sonra zaten düz olan saçlarımın kabarık yerlerin üzerinden geçtim mi hazırım.
Sonunda aşağı inip kahvaltı masasına oturmadan,
"Geç kalıyorum." Diyerek okula gitmek üzere evden ayrıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYBOLAN GEÇMİŞ
Teen FictionOnlarınkisi sadece tesadüften ibaret bir buluşma. Daha fazlası değil. Tamamen evrenin karar verdiği bir dünyada karşılaştı onlar. Hayır, hayır... Sakın yanlış anlamayın! Bu hikaye masum bir kız ve kötü çocuk hikayesi ya da zengin oğlan fakir kız...