Yaşanan Zaman

1.1K 66 16
                                    

-Bugün o kız geldi.

-Hilal mi?

Neden bu aralar her şey Hilale çıkıyordu? Her mavilikte onun gözlerini hatırlıyor, her edatta onu düşünüyordu.

-Yıldız.

Yıldız adını duyunca içten içe üzüldü genç adam. Gerçi Hilal asla kendi rızasıyla Yunan konağına gelmezdi ama bir ümit onun adını beklemişti. Gelse ne diyecekti? Siz barbarsınız, katilsiniz...

-Bir Yunan genci ile Türk kızı. Olmaz!

Olmaz! Doğru ya. Neden olsun?

Annesi çıktıktan sonra düşünmeye başladı. Veronika Yıldız gibi saf değiştirmeye dünden razı birini bile gelin istememişti ki Hilali istesin. Her şeyden öte her gece uyumadan önce daimi olarak aklına gelen o inatçı smyrna da onu sevmezdi ki. Ellerindeki üniformaya baktı. Bu üniformayı giyen birini onun Hilali sevmezdi.
Gerçeklerin zalimliği içini yakıyordu genç adamın. Uzun zamandır ağlamaya alışmış gözleri bu sefer gerçekleşmeyecek sevdası için akıttı gözyaşlarını. Üzüntü değildi bu. İçi... İçi sıkılıyordu. Sanki biri onu bir kaba sokmak istiyordu da o oraya sığmıyordu. Birine bu kadar bağlanmak onun tatmadığı bir şeydi. Hilalin yanında bir çocuktan farksızlaşıyor, ne yapacağını şaşırıyordu. Daima onu yazmak istiyordu. Bir an keşke dedi keşke bir yüzyıl sonra karşılaşsalardı. Ona söyleyebileceği daha çok sevda sözü olurdu. Oturdu ve yazmaya başladı sevdasını. Belki bu yolla avunurdu azcık.

Hilal babaannesinin dediklerini düşünüyordu. Haklıydı! Yunan generalinin oğlunu düşünmek de neydi? Şehrini işgale gelen bir adamı düşünmek... Allahım ne oluyordu, neden aklına geliyordu bu teğmen her zaman? Neden? Anlamlandıramıyordu bu durumu. Ömrü boyunca sevdiği tek adam babasıydı. Ki babası da onları bırakıp gitmişti. Yok, ne sevmesi. Bu teğmeni seviyor olamazdı ya? Hem bir kere bıyıkları inceydi onun. Evet, bıyıkları hoş değildi. Hem sarışındı... Ses tonu da kötü... Tamam kimi kandırıyordu ki. Ses tonu bu kadar mükemmel olan başka birini tanımamıştı ki. Hele bıyıkları çok yakışıyordu.

Leonidas bunları yazarken gülümsedi. O zamanlarki halinden eser yoktu şimdi. Yetmişli yaşların kırışıklıkları, beyazlaşmış saçlar. Sakal bırakmış yeni imajıyla bıyıklı teğmen arasındaki fark çok büyüktü.

-Leonidas Hilal hastaneye kaldırılmış.

Bir an ne olduğunu kavrayamadı. Hilal? Ne olmuştu ona?

-Anne sen ne diyorsun neyi varmış?

Sevdiği kadın için içinden geldiğince endişelenememek ne acıydı. Sesini düz tonda tutmaya çalışmak yahut bir anda kesiliveren nefesini kontrol altında tutmaya çalışmak kadar aciz bir durum var mıydı?

-Ciğerleri kötüymüş. Tabii hapis hayatının soğuğuna dayanamamışsa.

Hemen hastaneye koştular. Annesi bile belli etmese de Hilale bağlanmış olacak ki endişeli görünüyordu. Onlar hastaneye girerken Cevdet albay çıkıyordu çökük omuzlarıyla.

-Kirya Veronika hoş geldiniz lakin Hilal şu an pek kimseyi görecek durumda değil. Hem sağlık olarak hem moral olarak.

Veronika ve Azize hanım Yunan konağında kalan birkaç eşyayı aldırma meselsini konuşurken hayli uzaklaşmışlardı. Zaten Azize hanımın biraz nefes almaya ihtiyacı vardı. Tüm gece kızının başında harap olmuştu.

-Teğmen. Gelsenize?

Kapının içinden gelen sesle irkildi. Kapıdan içeri girdiğinde ise nefesi kesildi. Bir gecede bir insan bu kadar süzülür müydü? Hala çok güzel olmasına karşın çökmüştü. Lakin neden ağlıyordu. Ağlamasaydı ya.

-Hilal?

-Söze... Söze lüzum yok Leon. Sen beni anladın. Yanında ağlamak istiyorum azcık.

Zaten konuşmak istese bile ciğerleri buna izin vermeyecekti. Biliyordu Leon.

-Sen bir ninni söylemiştin hatırlıyor musun? Sesimin güzel olduğunu idda etmiyorum ama sana onu söylemek istiyorum.

Uyu bebeğim yaradan saklasın seni ellerden
Uyu bebeğim melekler korur seni kara gecelerden
Uyu bebeğim annen bir gün gelecek yadellerden
Uyu bebeğim uykunla gelsin

Bir süre sonra küçük kızın uyuduğunu gördü. Çok ağlamanın sonrasında gelen rahatlatıcı uykunun kollarındaydı. Keşke benim kollarımda olsa diye düşündü teğmen. Sevdiği kadının uykusu bile kıskanılır mıydı? Leon kıskanıyordu işte. Sevdiği kadının uykusunu, aynasını, eşarbını yahut en sevdiği kitabı... Kıskanıyordu hepsini. Sahi en sevdiği yazar kimdi acaba? Tolstoy, Balzac, Homeros? Victor Hugo? Hüseyin Rahmi? Kafka? Shakespeare? Tevfik Fikret?

Smyrna askeriyenin içine girince yine gözleri istemsizce onu aradı. Askeriye son sınıflar şu an eğitimde olacaktı. Kendi işine bakmalıydı. Askeri hastanenin oraya gitti. Eğer bu sene bu işi bitirebilirse doktor olacaktı işte. Hem de aynı onun gibi... Hilal gibi... O hemşireydi gerçi ama olsun. Smyrna da aynı onun gibi askerleri tedavi edecekti.

-Smyrna

Duyduğu tok sesle irkildi. O gelmişti.

-Onur?

-Daha ne kadar kaçacaksın?

-Hiçbir şeyden kaçmıyorum ben! Lütfen nişanlının yanına dön.

-Beni seviyorsun?

-Seviyorum... Fakat sevgi de yetmiyormuş. Çok eskiden rastlaşacaktık.

-Fakat...

-Lütfen...


Gökyüzündeki Hilal Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin