Zeybek Ve Serçe

847 52 27
                                    

Pek şatafatlı sayılmayacak basit bir salondan içeri girdi Hilal. Süsten ve ayakkabılarından hareket etmesi zorlaşıyordu. Gözleri hemen Mehmeti aradı. Ondan başka tanıdığı yoktu bu gecede.

-Hilal? Sen misin bu?

-Sen ne kadar takım elbisenin içinde Mehmetsen ben de o kadar Hilalim.

Dedikleriyle ikisi de gülmeye başladılar. Bu gece güzel olacaktı. Hissediyordu. Gerçi hissettiklerinin hep tersinin çıkmasıyla meşhur olduğu için onun hislerine güvenilmezdi. Yıldız, Ali Kemal ve şehrin diğer gençleri de salona gelmeye başlamıştı. En son birkaç Yunan askeri geldi baloya. Yunan askeri! Artık onlar olmadan eğlenemiyorlardı bile. Gözleri her şeye rağmen teğmenin gözlerini arıyordu.

-Dede? Kaç kere diyeceğim sana kendine dikkat et diye?!

-Tamam Smyrna. Azcık tansiyonum düşmüş. Ne gerek vardı hastaneye gelecek?

-Leonidas bey amca ama sizin iyiliğiniz için.

-Bak Onur. Sevmiştim seni takışmayalım. İstemiyorum hastane filan. Boylamışız yetmiş küsürü. Bu saatten sonra tek isteğim huzur. Siz mutlu olun ben mutlu olayım en iyi ilaç bana. Bu yaştan sonra ömrümü hastane köşelerinde geçirmek istemiyorum.

-Dede.

-Ağlama! Sen ne biçim savaçı smyrna'sın. Yapma böyle güzel kızım.

-Doktor bu bayılmalar olacak artık alışın dedi. Gün geçtikçe eriyorsun.

-E haklı. Kazık mı çakacağız dünyaya. Önemli olan ölüm değil yaşamını nasıl geçirdiğin. Güzel yaşadım ben. Aşkla, vicdanla, merhametle. Yani en azından hayatımın çoğu kısmını. Hayatta tek düşündüğüm sendin. Seni yalnız bırakıp gidecek olmak üzüyordu. Sen de kendi teğmenini buldun. Artık bundan sonra tek amacım kalan ömrümü güzel geçirmek. Beni anlayın ne olur.

-Tedavisi var dede.

-İstemiyorum!

Artık her şeyden, zamandan ve mekandan soyutlanmış bir şekilde akıtıyordu gözyaşlarını genç adam. Karşısındaki amazon bile hıçkıra hıçkıra ağlarken başka ne yapabilir? Örnek aldığı güçlü kadın bile yıkılmışken o neden güçlü dursun? Sevdiğine ağlama deseydi ya. Bunu kendi ağlamayı bırakırsa belki söyleyebilirdi ama şu an pek mümkün değildi.
Tüm kitaplardan okuduğunun aksine deli gibi yağmur yağmıyor, gök gürlemiyordu. Aksine mayhoş bir sonbahar öğleniydi. Bozulan havalar o günlerde düzelmiş herkese umut olmuştu. Ellerini Hilalin yüzüne koydu. Gözyaşlarını okşadı usulca.

-Güzel Smyrna. Yüzümdeki yaralar acıtmıyor canımı. Emin ol acıtmıyor. Kimin yaptığı umrumda değil.

-Sana nasıl kıydılar? Yüzündeki morluk sana hiç yakışmıyor. Dudaklarındaki yaralar sana ait değil! Üşüdün mü orada? Doğru söyle!

-Üşüdüm çünkü sen yoktun yanımda. Bak şimdi iyiyim.

Konuşurken sızlayan yüz hatlarını belli etmemek ve  yaraların derinliklerini ceketiyle örtmek için bir savaş veriyordu Leon. Ona yapılan muamele de zindanın soğukluğu da etki etmemişti Leona. Bunu babasının yaptırması üzmüştü elbet ama asıl korkusu Hilale bir şey yapılmasıydı.

Gördüğü kabusla açtı gözlerini. O an nasıl hissettiğini iliklerine kadar hatırlıyordu. Hatırlamak acıtsa bile bazı şeyleri unutmaya başladığından beri hatırladığı şeylere şükreder olmuştu. Yanındaki koltukta usulca uyuyan torununa baktı. Bu birkaç yıl içerisinde nasıl bir savaş vereceğinden habersizdi. Onurla kaç badire atlatacaklardı Allah bilir. Yaşlı zihni ne kadar gitmeye başlasa bile Hilalle ve Smyrna ile ilgili hiçbir anıyı unutmuyordu. Onun Onurla ilgili ilk laflarını hatırlayınca gülmeden edemedi.

Gökyüzündeki Hilal Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin