:
[Hiç size de olur mu, birisi "Hakkını helal et" dediği zaman durup şöyle bir düşünür müsünüz? Acaba etsem mi, etmesem mi?
Edersem aramızdaki tüm hesap kapanacak. Üstelik de buna Allah'ı şahit tutuyor, öbür tarafta alacaklarımı alamayacağım. Beni kırdığı üzdüğü yanına kâr kalacak.
Helal etsem mi etmesem mi?
Kendinizle yaptığınız bu sorguyu geçebildiyseniz de hemen ilk aklınıza gelen sen de hakkını helal et demek oluyor. En azından biz de helallik almış olalım. Kul hakkını üzerimizde taşımaktan kurtulalım diye .
Hakkını helal etmenin faydası aslında kime?
Hakkını helal et demek, bilerek veya bilmeyerek sana karşı bir kusurum olduysa, seni kırdıysam, üzdüysem beni affet demek. Bunu diyen kişinin farkında olduğu ya da olmadığı hataları için özür dilemesi bir yerde. Diyelimki o kişinin hiç affedilemeyecek bir hatası vardı size karşı. Bu güne kadar affetmediniz de ne oldu? Her hatırladığınızda yeniden yaşadınız o anı. Yeniden kızdınız, öfkelendiniz, sizi tekrar tekrar üzmesine izin verdiniz. Yaşanan olayın bu olayı yaşatanından haberi var mı bundan? Hayır. O, hayatına devam edip gidiyor. Sizin gibi dönüp dönüp geçmişi yaşamıyor.]
Allah'ım... Bütün bunlar gerçekten gerçek mi?"
Öyle şaşkındı ki, önce yanında oturan kızın gerçek mi, yoksa hayal mi olduğunu ayırt etmek istedi. Çünkü normal zamanda Betül'ün buraya kesinlikle gelmeyeceğini çok iyi biliyordu.
"Ne oldu Turhan? Beni gördüğüne sevinmemiş gibisin."
Turhan alaylı bir ifade yerleştirdi yüzüne.
"Eğer sen bende sevinecek bir yürek bıraksaydın sevinebilirdim."
Kendinden emin konuşmasıyla ağzından çıkan sözler insanı zehir gibi yakabilirdi; ama Betül bunları aldırmışa benzemiyordu. Yüzü geldiği andaki gibi aynılığını hep koruyordu. Turhan ise kıpkırmızı yüzüyle kalmış, Betül'e bakamıyordu bile.
"Buraya neden geldin?"
Sesi hafif sinirli çıkmıştı ve çene kaslarının oynamasına engel olamamıştı. Çünkü biliyordu Turhan. Farkındaydı hâlâ Betül'ü sevdiğinin.
"İngilizce öğretmenliği için müdürle konuşmaya gidiyorum. İstersen sen de yanımda bulunabilirsin."
Turhan bu habere sevinmiş gibi durmuyordu. Bu işe canının sıkıldığı, yüzüne dikkatlice bakıldığında anlaşılıyordu; hatta sinirlenmişti bile. Sinirini ve şaşkınlığını bastırmak için bir süre suskun kalıp dudaklarını kanattı. Bütün bunlar ne anlama geliyordu?
"Nasıl yani? Şimdi sen... Yani artık... İşe alınırsan burda mı çalışacaksın?"
Genç kız Turhan'ın şaşkınlığıyla alay eder gibi bakıyordu yüzüne. Bu durum O'nu epeyce eğlendirmişti. Turhan'ın ise kendisinin nedenini bilmediği bir hızla kalbi çarpıyor, vücudundan soğuk terler döküyordu.
"Durup dururken nerden çıktı bu Betül?" Turhan artık hesap sorar tona bürünmüş sesini kontrol edemiyordu. "Ya da dur, şöyle sorayım: neden başka okul değil de bu okul?"
Pişkin tavrıyla cevapladı Betül. "Çünkü bu okulun müdürü babamın çok yakın arkadaşı. Başka okullar beni kabul etmedikleri için ben de buraya geldim."
"Sanki bilmiyorum, amacın belli işte: bana acı çektirmeye devam etmek. Yoksa başka okulda sana başka iş mi yoktu?"
Turhan bunları içinden söylerken Betül'e "tamam uzatma" der gibi bir bakış fırlattı.
Ayağa kalkıp müdürün yanına gittiler. Turhan içinden "Allah'ım... Ne olur bu kızı bu okula almasınlar," diye dua ediyordu. Ama aynı zamanda bunun olmayacağını da biliyordu. Yine de dua etmekten kendini alamamıştı işte.
Beraber müdür odasına geçtiler. Turhan Betülden en az 35 santim daha uzundu. Üstelik iri yapılı vücuduyla Betül'ün babası gibi duruyordu. Betül'ün, burun deliklerini yakan pahalı parfümünü derin nefesler alarak ciğerlerine çekti.
"Betül hanım, hoşgeldiniz! Buyrun oturun şöyle."
Betül'le beraber Turhan'ı da gören okul müdürü Turhan'a tip tip bakışlar fırlatmayı da ihmal etmedi.
"Hayırdır Turhan hoca, sen neden geldin?"
"Sizinle konuşurken yanımda bulunmasını istedim hocam. Turhan bey benim çok yakın tanıdığımdır."
Turhan limon yemiş gibi suratını ekşitti. "Hım öyle mi? Buyrun Betül hanım, sizi dinliyorum."
Rahat tavrıyla konuştu Betül. "Siz zaten benim geleceğimden haberdardınız hocam. Neden buraya geldiğimi de biliyorsunuz ama ben size yine de bir daha bahsedeyim. Ben okulunuzda ingilizce öğretmenliği yapmak istiyorum. Beni alır mısınız?"
Müdür çatık kaşlı orta yaşlı, suratsız bir adamdı. Turhan'a bakarken bakışları sertleşiyor, Betül'e baktığında yumuşuyordu. Canı sıkkın bir ifadesi vardı yüzünde.
"Bakın Betül hanım. Sizi işe almak ya da almamak benim elimde değil. Kpss sınavına girip atanmış olmanız lazım. Üstelik her şeyden önemlisi, bildiğim kadaruyla siz ingilizce okumadınız."
Genç kız sinirlenmişti. Ama bunu fazla yansıtmamaya çalıştı.
"Bakın müdür bey. Ben çocukluğumun çoğunu Amerika'da geçirdim. Dolayısıyla ingilizcem de üst düzeyde. Hem siz benim babamı tanıyorsunuz; babam da sizi tanıyor. Bunu bile bile neden başka okulda öğretmenlik yapayım ki? Siz beni işe alın, ben de işimde başarılı olma fırsatı yakalayım."
Turhan, Betül'ün öğretmen olmaması için içinden dua ediyordu. Tamam öğretmenlik yapabilirdi ama kendi çalıştığı okuldamı? Hayır... Bunu istemiyordu. Eğer O, bu okulda öğretmenlik yapacaksa sürekli gözünün önünde olacak ve O'nu unutması hayal olacaktı.
Müdürün bu teklife sıcak bakmadığı her yönden anlaşılabiliyordu. Ama kendisini sanki buna mecburmuşçasına çaresiz hissediyordu. Bir süre hiç konuşmadan ne yapacağını düşündü. Daha doğrusu bu kızı nasıl işe alacağını... betül'ün babası kendisinin arkadaşı olurdu ama O'da Turhan gibi Betül'ün, çevresinde olmasını istemiyordu. Behtül de babası gibi inatçı ve egoistti. İsteğinin ne olursa olsun yerine gelmesini isteyenlerdendi.
Betül ise öğretmelik işine olacak gözüyle bakıyordu.
Müdür büyük bir karar vermiş gibi derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarını
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karmakarışık
Romans"Bundan sonra birine güvenmek mi? Asla! Herkes hak ettiği kadar acı yaşarmış. Kimi az, kimi de çok... Ben hak ettiğim kadarının fazlasını yaşayanlardanım. Ve fazlasını yaşamaktan çok yoruldum. İşte bu yüzden yeni bir ilişkiye yelken açmayacağım. Böy...