Sonunda okul bitmiş ve ben yine beni en çok düşündüren gerçeklerden birisiyle daha yüzleşmek zorunda kalmıştım.Her yirmi yaşını dolduran Türk gencinin yapmak zorunda olduğu ''zorunlu vatan borcu''...
Okulumdan temmuz ayında mezun olmama rağmen mart ayına kadar tecilim vardı.Çalışmaya başlamam için bir çok yerde askerliğini yapmış olma şartı aranıyordu.Ne kadar erken gidersem o kadar iyi olur diye düşünerek tecilimi bozdurmaya karar verdim.
Dilekçeme yaklaşık olarak bir ay sonra cevap geldi.Kağıtta beni aralık ayında askere alabilecekleri söylüyordu.İşte tarih belirlenmişti.Üzülmek ve sevinmek gibi duyguları bir arada yaşamaya başladım birdenbire.
Gerekli belgeleri topladıktan sonra yedek subaylık sınavına girmek üzere Ankara'ya gittim.Aslında subay olmak istemiyordum ama bize dayatılan bir çok şeyde olduğu gibi bu sınava da girmek mecburiydi.Sınava gireceğim Etimesgut'a sabah saat altıda gittiğim halde altı yüz kişilik bir sıranın en sonlarındayım diyebilirim.Bin bir türlü eziyetten ve merasimden sonra sınav işini de hallettik.Sınavda sorulan soruların hiç birisi yapılamayacak türden sorular değildi anlaşılan bizi saatlerce soğukta bekleten sınav sadece bir formaliteden ibaretti.Ancak yine de ben işimi şansa bırakmak istemediğimden soruları dikkatle okuduktan sonra verilmemesi gereken cevapları işaretliyordum cevap kağıdıma.
ANKARA ANKARA...
Sınavın ardından üzerimizdeki stresi atabilmek umuduyla Ankara'nın sokaklarında bulmuştuk kendimizi.Biraz da Ankara'ya yabancılığımızdan olsa gerek Kızılay'dan dışarıya çıkamıyorduk.Benim ilk izlenimlerim bu şehrin başkent olmayı hak etmeyişiydi.Nedenini tam olarak bilmesemde alışamamıştım Ankara'nın üzerine siyasetin kanı bulaşmış soğuk kaldırımlarına.Evet evet bir an önce Adana'ya dönmek istiyordum.Yolumu aniden değiştirip bir an önce Adana'ya gitmek otobüs bileti almıştım bile..
Sabah tüm sıcaklığıyla karşılamıştı beni Adana.Binaları,ışıl ışıl yanan ışıklarıyla mağazaları,ağaçları,kuşları ve çöpçüleri selamladıktan sonra evime ulaştım.
Aylardır hiç kahvaltı etmemişim gibi kahvaltı ederken buldum kendimi mutfakta.Ailem belki de benim yedek subay olarak askere gitmemi istiyorlardı belki ama benim ne buna isteğim vardı ne de gücüm.
Benimlebirlikte okulu bitiren arkadaşlarım da aynı dönemde askere gideceklerdi.Bengerçekleşmeyeceğini çok iyi bilsem de belki onlardan birisiyle aynı yerdeaskerliğimi yaparım diye umut ediyordum.Sadece umut ediyordum vetabi ki gerçekleşmeyecek bir hayali.Askerlik beni bir hayli sarsacaktı hissediyordum belki onlar olunca birbirimize destek olur ve ayakta kalırız diye düşünüyordum.
YOLCULUK GÖRÜNDÜ...
Akşam'a doğru Hakan'ın telefonuyla dağıtımımızın açıklandığını öğrendim.Hemen bilgisayarın karşısına geçip ekranın renklenmesini beklemeye başladım.Evet istediğim olmuştu;askerliğimi Safranbolu 125.Jandarma Er Eğitim Alayında yapacaktım.
Yaklaşık bir saat sonra evde idim.Ailem tarafından Safranbolu'nda askerliğimi yapacak olmam güzel bir haberdi.Tesadüfe bakın ki üniversite hayatımda aynı evi paylaştığım ve aynı zamanda da sınıf arkadaşım olan Devrim'in memleketiydi Karabük..Her nereye gideceğini bilmeyen ancak gitmek zorunda olan insanların yaptığı gibi elimdeki atlastan Safranbolu'yu inceliyordum artık.
Sayılı günler çabucak geçiyor teslim olma zamanım yaklaşıyordu.Bense askerlerin ihtiyacı olan malzemelerin ne olduğunu araştırıyor ve bunları bir şekilde temin etmeye çalışıyordum.
BİR ŞEHRİ TERKETMEK...
Birer birer arkadaşlarımla ve doğup büyüdüğüm şehrimle vedalaşmaya başladım.Bu arada bir otobüs firmasından da direkt olarak Safranbolu'ya giden bir otobüs bulmuştum.11 Aralık 2003'te saat 21.30'da buradan hareket edeceğim.
O gece sıkıntıdan gözüme hiç uyku girmedi.İşte yine sonunu göremediğim bir yoldan gidiyordum.Bu karmakarışık düşüncelerimin arasında kendimi en son beni yolcu etmeye gelen insanlara bir otobüs camının arkasından el sallarken hatırlıyorum.
O kadar çok duygulanmıştım ki...Bu şehri daha önce defalarca terk etmiştim ama bu defa bu şehir beni terk ediyordu.Ve ben bir kere daha terk edilmenin burukluğunu hücrelerimde hissediyordum.Camın ardında insanlar,ağaçlar,sokak lambaları.. birer birer terk ediyorlardı işte.Uyumayı deniyor ama bir türlü uyuyamıyordum.
Ankara'nın karbon monoksit kokan havası beni biraz kendime getirmişti.Ve kendi kendime kuvvetli olacağıma söz veriyor,bunu da atlatacağımı kendime telkin ediyordum.Sahi şimdiye kadar neler neler atlatmamıştım.Hayat beni bir çok defa kırmış olsa da yıkamamıştı ve yıkamayacaktıda.
İşte savaşmaya hazıdım;onlar savaşmamı isterlerse savaşırdım.Omuzlarım dikleşmişti ve yeniden meydan okuyordum hayata;dostuma düşmanıma..Bir kahve istedikten sonra gece karanlığında parlayan ve yol boyunca boylu boyunca bir yılan gibi uzanan çizgileri izliyordum.Gitmem gereken yere büyük hızla ilerliyordum ve her türlü zorluğa hazırdım artık.
Sabaha doğru Ankara'nın kirli havasından daha da kirli bir havayla karşı karşıyaydım.Sonunda Karabük il sınırlarına girmiştik.Safranbolu'nun da Karabük'ün ilçesi olduğunu bildiğimizden oranın havasının da bu kadar kirli olmamasını diliyorduk.Aslında Karabük'teki bu amansız kirliliği Kardemir Fabrikası oluşturuyordu.Oldukça küçük olan otogarında otobüsten indikten sonra yaklaşık olarak yirmi dakika uzaklıkta bulunan Safranbolu'ya gitmek üzere servise bindik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Uzaydan Gelen Yeşil Bir Otum.
AdventureÇalkantılı geçen bir dönemin tutanaklara geçmemiş parçalarını yazmaya çalıştım.Gençlik yıllarında daha bir cesur,daha bir gerçekçi oluyor insan. Bu kitapta bir dönem yaşadıklarımı zaman zaman tarafsız çoğu zaman da taraflı bir şekilde yazmaya çal...