Bir hayatın nasıl bu kadar değişebileceğini bilemezsiniz. Bir adam, bir çift göz, bir çift söz, binlerce yaşam, binlerce nefes...
Bir adamın beni ve kalbimi bu denli sürükleyeceğini, beni kendi rüzgarıyla bir sağa bir sola bu denli savuracağını hiç düşünmezdim, aklıma bile gelmezdi. Tamam. Küçüklüğümden beri sezgilerimin kuvvetli olduğunu biliyordum, fakat bunları farklı bir şeylere yorumlamam gerektiğini asla tahmin edemezdim. Nasıl yani? Ben?
Biri bana müneccimsin dese, onun yüzüne şöyle bir bakar ve "Hadi ama dostum, deliriyor olmalısın!" Derdim. Tüm karanlık dünyayı sarıyordu, insanlar canileşmişti. Bunu gün geçtikçe haberlerden, dünyadaki yaşananlardan görebiliyordum. Bu koca bir,
KARANLIKTI.
Ah, 17 yaşımdaki saf halime dönmek isterdim. Ama diye düşündüm daha sonra. Ama... o zaman karşımdaki bu inanılmaz adamı nasıl tanıyacaktım? Bu adam... onu sürekli rüyalarımda görüyordum. Görüntüsü Zihni'mde bulanıklaşıp duruyor, onu görmek istediğimde ise görüntüsü tam olarak netleştiremiyordum. Ama bunun bir önemi yoktu, onun her bir ayrıntısını zaten resmetmiştim; ince ve kemikli yüz hatları, dağınık saçları, her zaman kısa olan kirli sakalları, küçük ağzı ve biçimli alt dudağı, orta kalınlıktaki kaşları ve biçimli burnu... itiraf etmek gerekirse sürekli rüyalarıma giren bu adam, benim için oldukça sanat vaat eden bir eserdi. Sadece kestiremiyordum. Bu adam, sarışın, esmer ya da kumral? Hangisiydi? İşte bu benim için tam bir problemdi.
Keşke tek problemim bu olarak kalsaydı.
***
O gün bir anda uykuya daldığımda, yine onu hissettim. Sanki karanlık içerisinde bir ses beni ona itiyordu, beni ona doğru çekiyordu. Sanki çok yakınımdaydı... sonra etrafındaki diğer şeyler belirmeye başladı... Kendimi büyük bir beyin zonklamasıyla uykumdan uyandırdım.Bu... bu, diye zorladım. Oturduğum yerin arka sokaklarından biriydi. Hemen onu bulmalıyım diyerek, kalkıverdim yerimden büyük bir cesaretle. Siyah saçlarımı hızlı bir at kuyruğu yapıp ve yapmış olduğum resimlerinden bir tanesini alıp aynadan kendime baktım. Şükür ki üzerimde bir kot pantolon ve askılı bir body vardı. Anahtarları alıp hızla kapıyı kapattıktan sonra evden çıktım. Saat gecenin 12 siydi. Fakat bunu umursamayan kalbim "gerçek olabilir mi?" Düşüncesiyle küt küt atmaya başlamıştı. Hızlanan metabolizmam ise "Saçmalama Sara, büyük ihtimalle beynin seninle oyun oynuyor, hayır belki de kafayı yemişsindir." Diyip sinirlerimi bozmaya devam ediyordu. Sonunda nefes nefese sokağa girdiğimde, hiç bir sokak bana hem bu kadar yakın, hem de bu kadar uzak olmamıştı diye düşündüm. Boş sokağa bakıp nefesimi tuttum Ve,
"Yanıldın Sara!" Diyerek bıraktım."Üzgünüm ama yanıldın."
"Başaramayacaksın Stefan!" Diye tısladı kulaklarımı tırmalayan tiz ve karanlık ses."Bu sefer başaramayacaksın."
Arkamı dönüp gidecekken bu ses benim yerimde durmama sebep oldu. Ardından inleme sesiyle beraber, adının Stefan olduğunu öğrendiğim diğer ses konuştu.
"Ah. Lanet olsun." Kahkaha sesleri, tiz sesten tüm sokağa yayıldı. Beynim, git burdan Sara, kaybol derken ayaklarım ve kalbim beni sesin geldiği yöne doğru götürdü. Bir kaç adımdan sonra, sokak lambasının belli belirsiz aydınlattığı köşede Onu gördüm.
Stefan'ı.
Gülümsedim, gerçekten de oydu, buna inanamıyordum. Ve kumralmış diye düşündüm tablomu tamamlayan önemli bir detayı daha ekleyerek. Ardından onun kötü bir durumda olduğunu, Üzerine giydiği gömleğin kol tarafının parçalandığını ve parçalanan bölgenin kalmadığını gördüm. Bu neydi böyle? Burada neler oluyordu? Tanrı'm, sanırım başı dertteydi?! Bakışları ben ona yaklaşmaya başlayınca, korku ve öfke ile bana doğru kaydı. Çantamdan elime aldığım ilk şey ile yanlarına doğru gitmeye başladım. Stefan'ın bana bakan bakışları büyüdü.
"Ne yapıyorsun burada?" Diye bağırdı. Sesi hayallerimdekinden daha güzeldi. Gerçekten çok erkeksi ve özgüvenli geliyordu. Karşısındaki siyah pelerinli elinde bıçak olduğunu düşündüğüm kişiye ve tekrar onun kirlenmiş lacivert gömleğine baktım. "Çabuk buradan kaybol!" Diyerek kaşlarını çattı. Karşısındaki kişi bana doğru dönmeseydi, belki de Stefan'a gülümseyebilirdim.
"Oh, Aman Tanrı'm bu... bu iğrenç!" Diyerek istemeden bağırdım. Karşımda bana doğru yaklaşan bir insan... insan görünümlü bir yaratık -diye tabir etmek daha doğru- vardı. Ah. İşte şimdi kusacağım, diye düşündüm. Yaratık; uzun boylu bir insan görünümündeydi. Fakat yüzünde normalden fazla tüy vardı. ve adeta derisi bir yılanı andırıyordu. Anlamsız şekiller çizilmiş bir alnı ve damarları belirginleşmiş bir vücudu vardı. Elleri ise parlak yapış yapış gözüken yeşil tonlarındaydı. Gülümseyerek, sivri ve çatallı dilini gösterene kadar bunun hangi film setinden çıktığını sormaya karar vermiştim. Yanılmıştım. Bu en az benim kadar gerçekti.
"Bir kurban daha..." Ellerini pantolonuna kadar uzanan saçlarına doğru uzatarak konuşmaya -tıslamaya- devam etti."Nefis."
Üzerime doğru gelirken, ne yapacağımı bilemez şekilde öylece duruyordum. Donup, kalmıştım.
"Gözlerine bakma!" Diye bağırdı Stefan. Öte yandan dikkatin farklı yere gitmesine sevinmiş olmalıydı. "Sakın bakma!" Diye tekrar uyarırken, artık bunun için çok geçti. Hadi ama! Ters psikoloji diye bir şey hiç duymamış mıydı?
Yaratığın gözlerine baktığımda, hareket eden bir resme bakmışım gibi, gözlerim bulanıklaştı. Ve, Stefan, çöp konteynırı, etraftaki binalar ve tüm dünya etrafımda ve yaratığın gözlerinde dönmeye başladı.
***Selam arkadaşlar :) burada ilk defa yazacağım. Destek verirseniz çok ama çok mutlu olurun ki! 😍