"Bazen bazı şeyleri buldum diyerek sevinirsin, fakat o anlık tatminle bilemezsin, hissedemezsin; o bulduğun şeylerin, o hissettiğin duyguların senin sonun olacağını. Bende bilmiyordum işte. Sadece bir ışık, bir ışık ve karanlıkta kalan ben, O'na sürüklenen bir ben. Hiç tanımadığım fakat, yıllardır tanıyormuş gibi hissettiğim o.
Rüyalarıma her gün konuk olan O.
STEFAN."
- - -
Görülerim başladığında yaşım daha çok küçüktü. Annem ve babamı yaşadığımız bir kazada vefat edince, ortada kalan ben çocuk esirgeme kurumuna gönderildim. Benimle ilgilenen doktor bu rüyaların psikolojik olduğunu, o kazadan benim kurtulmamın ise mucize olduğunu söyleyip duruyordu. Ama hiç inanmıyordum. Rüyalarımda büyük bir savaş içerisindeydim her seferinde. Her seferinde aynıydı rüya, önceleri ateşten farklı bir şey görmüyordum. Ateş yakıcıydı, kavurucuydu ve ben iliklerime kadar yanıyordum. Sonra uyanıyordum, titreyerek... insanlar bir şeylerden kaçmak için uyurlardı. Ben uyumak bile istemiyordum, kaçacak hiç bir yerim yoktu. Her defasında yine orada buluyordum kendimi ve çok korkuyordum, elimden gelen hiç bir şey yoktu. Her şey o kadar gerçekçiydi ki, uyandığımda "Oh be, rüyaymış!" Diyecek cesareti dahi bulamıyordum. Rüyalar büyüdükçe şekil değiştirmeye ve daha da anlamlı olmaya başlıyordu. Ateş büyüyor, Stefan ortaya çıkıyordu. İlk önce bağırıyordu "Rose!" Diye. Bu ismi duyunca sanki benimmiş gibi hiç yadsımadan dönüp ona bakıyordum. Ona ve gözlerine.
- - -
Beynim benimle oyun oynuyor olmalıydı, bunun başka bir açıklaması yoktu. Rüyamdaki güzel sesli adam buydu. Onu bulmuştum, bunun için kendimi şanslı hissetmem gerekirken şu an büyüleniyordum. Peki neden? Stefandan mı? Keşke öyle olsaydı! Bana "Sakın onun GÖZLERİNE BAKMA!" Demişti. Peki ben ne yapmıştım? Yaratığın gözlerin bakmıştım. Yaratığın göz bebeği siyah bir çizgi şeklindeydi. Ona baktıkça göz bebeği gözünde daireler çizerek büyüyor ve etraftaki her şey kayboluyordu. Her şey siyah bir çizgi etrafında dönüyordu. Kolum yavaş yavaş gücünü yitirirken, elimdeki tüm eşyaların yere düştüğünü hissettim. Nefesim kesilip tüm bedenimi kaybettiğimi hissederken, yaratığın tiz sesinden çıkan son sözleri düşündüm."Evet, buldum seni."
Sonrası karanlık, her yer karanlıktı.
Büyük bir baş ağrısıyla uyandığımda gözlerimi zar zor açtım. Beynim sanki teker teker iğne batırılıyor gibi bir acı içindeydi. Elimi istemsiz bir şekilde alnıma götürüp gözlerimi kapattım. Bu lanet olası ağrı nerden çıktı diye düşünürken, uyku ile uyanıklık arasında olanları hatırladım. Gözlerimi açıp etrafa baktığımda, evimde olduğumu ve yatağımda uzandığımı gördüm. Bu da neydi diye düşündüm. Bu rüyada neyin nesiydi şimdi? O iğrenç yaratık ve adının Stefan olduğunu öğrendiğim baş kahramanım. Rüyam ilk defa farklı bir yerdeydi, artık beynim iyice saçmalıyordu. Ama o, Stefan... diye düşündüm. Stefan. Ne değişik bir isimdi. Bir çok kez rüyalarımdaki Kahraman'a değişik isimler vermiştim, her seferinde hiç birini ona yakıştırmamış ve ona isim koymaktan vazgeçmiştim. Ama Stefan ismini hiç düşünmemiştim. Onun kadife sesini uzun boyunu ve heykelsi vücudunu anımsadım. İstemsizce dudağımı ısırarak, keşke burada olsaydı, diye düşündüm. Burada olsaydı bana 'Rose' demesine bile kızmazdım..."Rose..." diye bir ses duyduğumda yatağımdan sıçradım ve hemen sesin geldiği tarafa yöneldim. Ama bu... "Uyanmışsın."
"İmkansız!" Diye çığlık atarak kalktığım yatağımdan, elime aldığım yastığı kendime kalkan yaptım. "Sen gerçek değilsin, git buradan!" Dedim kendimi inandırmaya çalışarak. Tanrı'm önceleri sadece rüya diye gördüğüm şeyler, büyümüş büyümüş ve şizofreni derecesine gelmiş olmalıydı. Endişeli bir ifade ile kaşlarını çattı. Gözlerini gözlerime 'İnan bana' dercesine dikti. Elimdeki yastığı ona doğru sert ve hızlıca fırlattım. Yastık onun göğsüne değilde, duvara çarpmışcasına yere düştü. Başımın üzerinde beliren soru işaretleriyle gözlerimi kırpıştırdım. "Hadi canım!" Düşüncelerimi sesli dile getirdiğimi farkedince, gülümsedi. Bende çenemi yer düşürmüş gibi bir halde yatağa oturdum. Savunmasızdım. Yanıma doğru gelip yatağa otururken, çekmecemdeki biber gazını alıp almamakta kararsız ve geç kalmıştım. Tam ağzımı açıp bir şeyler söyleyip kızacakken, dudaklarını alnıma bastırdı. O anda başımın ağrısının yavaş yavaş geçtiğini ve sakinleştiğimi hissettim. Sanki sıcak bir suyun altında duş alıyordum ya da sahilde dalgaların kıyıya vuruşunu, kuş cıvıltılarını dinliyordum. Dudaklarını geri çektiğinde, ellerini ellerimin üzerine koydu.
"Nasıl hissediyorsun, Rose?" Diye sordu.
"Benim adım Rose değil..." dedim benden beklenmeyecek bir ses tonuyla. Normalde bu isme kızmam gerekirdi ve kaşlarımı çatıp sesimi yükseltmemde, fakat sesim karşısındakine kur yapan bir dişiden farksızdı. İçkime ilaç attı diye düşünmeye başladım, ama hiç bir şey içmemiştim ki. Stefan gülümsedi.
"İçkine ilaç atacak kadar kötü biri değilim." Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Nasıl yani? Bu adam benim düşüncelerimi okuyabiliyor muydu? "Kısmen." Şaka mı bu? Diye düşünürken ağzım aralandı. Bu nasıl olabilir? "Rose, bunları daha sonra konuşabilir miyiz? Şu an da burayı terk etmemiz gerek." Ayağa kalktı ve benimde kalkmam gerektiğini işaret eden bir hareket yaptı.
"Nereye?!" Diye söylendim. "Ben hiç bir yere gelmiyorum. Senin gerçek olduğuna bile inanmıyorken, seninle nereye geleyim?" Biraz duraksadım anlayıp anlamadığını kontrol ederken "Benim bu saatten sonra gideceğim tek yer, bir deli doktoru!" Diyerek gözlerimi devirdim. Cevap vermediğini farkedip gözlerimi yeniden ona diktiğimde kaybolacağından emindim. Fakat oradaydı, donmuş bir ifade ile gözlerini tuttu. "Hey!" Dedim. "Sen beni dinliyor musun?" Yaklaşıp ona dokunduğumda, Bir kaç saniye sonra gözlerini bana çevirdi.
"Geliyorlar."
Dedi soğuk bir tonda. Kim demeye kalmadan, pencerenin camı tüm etrafa saçıldı ve bir parçası yanağımı kesip geçerken, akan kanın sıcaklığını hissettim. Ah, lanet olsun daha bu ayın kirasını bile ödememiştim, diye düşünürken. Stefan kolumu tuttu. Elimi yağanıma götürüp, başımı kaldırdığım anda etraf değişmeye başladı. Etraf silikleşmeye başladığında daha dikkatli baktım.
Burası benim evim değildi.