Not: Müzik başladığı anda okumaya başlarsanız kendinizi hikayeye daha kolay adapte edebilirsiniz.
☙
"Küçük kız, kapat gözlerini. Nefesini kucaklasın rüzgar, dağlardaki karlar kıskansın tenini."☙
Bay Park Kwan, anlamıştı artık. Bugün kızını son gördüğü gün olacaktı, bırakacaktı onu. Sonsuzluğa evlat verecekti kızını.Ensesine kadar gelen koyu kahve saçları, yüzündeki kırışıklıklar, çenesindeki kirli sakallarıyla bir köylüyü andırıyordu. Beyaz yeleli atının sırtından tek hamlede indi, toprağa batmış botlarını özensizce topraktan çıkardı ve tekrar toprağa basarak yere gömülmelerine izin verdi. Kısır bir döngüye sokmak istediği adımları bir şey ifade etmiyordu artık. Bugün sondu, bu bir veda değildi ama sondu. Belki bir kitabın, belki de bir sonsuzluğun sonuydu.
Atın üzerinde oturmakta olan kızına baktı. Son konuşmasını yapmak için kızının kokusuyla karışık olan rüzgarı içine çekti.
"Annen..." dedi bir nefes daha çekti içine.
"Gülleri çok severdi, özellikle beyaz olanları...." diye devam etti.
Bu cümleleri söylerken titreyen sesi, acıklı değil aksine korkutucuydu.
"Annen sen doğmadan önce 'Kızım güller kadar zarif olacak, yüzünde güller açacak. Dikenleriyle, ona dokunmaya çalışanların kaderini kana bulayacak. O kanlarla tacındaki taşları süsleyecek, mazisini tacında taşıyacak. Toprağın kalbi, yirmi birinci yüzyılın ilk kardelenleri, nisan yağmurları, buğday taneleri...ilmek ilmek işlenecek saçlarındaki örgülere.' derdi."
Bunun bir veda konuşması olduğunu bilen küçük kız içindeki son kalan cesareti kelimelere dökmek istedi. Son ana kadar vazgeçmeyi düşünmüyordu.
"Baba..lütfen izin ver." diyebildi, çünkü gücü ancak buna yetti. Emir niteliğindeki sözlerin yanında kendi cümleleri sadece bir serçe kadardı.
Küçükken babası ona ağlamayı yasaklamıştı ancak bu sefer bu yasağı çiğnemek zorundaydı. Doğduğu toprakları bu kadar kolay bırakamazdı. Ailesini, yaşadığı kasabayı, arkadaşlarını bırakmak o kadar kolay değildi.
Bay Park küçüğün konuşmasına izin vermedi. Bir parmağını kızının dudaklarına bastırdı, diğer eliyle de alt çenesini hafifçe tutarak yukarı kaldırdı ve kulaklarına fısıldadı.
"Roseanne, tacın başının üstünde değil, kalbinde olsun kızım. Tahtın, sarayında değil atının semerinde olsun. Sırtını kadifelere sar, annenin okşayışları seninle olsun. Işığını kesmek isteyenleri gölgenle boğ, hançerinle parçala."
Bay Kwan, ağlama isteğini yok etmek için kalbinde kalan son cesaret parçalarını kızını cesaretlendirmek için harcadı. Ve son sözlerini söylemek için bir kez daha zorladı kendisini.
"Bu saatten sonra ne bir baban var ne de bir annen var Roseanne. Tek başınasın bu hayatta, git ve kendini kurtar. Seni burada daha fazla saklayabilmemin imkanı yok."
Küçük bir fısıltıyla başlayan ses tonu kendisini yüksek bir ses tonuna bırakmıştı.
Bay Kwan son sözlerini söylerken elini kaldırdı ve Trista'ya göz kırparak kafasını hafifçe salladı.Trista bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Gümüş renkli yelelerini rüzgarda savurarak hızlıca uzaklaşmaya başladı. Her nal sesi Bay Kwan'ın kalbinde bir boşluk daha açıyordu.
Bay Kwan "Onu güvenli yerlere götür ve geri gelmesine izin verme." diye bağırdı atının arkasından. Sonrasında ise gitgide küçülerek bir noktaya dönüşen kızını izledi.
"Beyaz bulutların ülkesi, Yeni Zelanda
seni özleyecek. Prensesim büyü ve bir
kraliçeye dönüş."Diye fısıldayarak başını öne eğdi babası. Kızına ağlamayı yasaklayan kral kendi yasaklarını çiğnemişti bu sefer.
☙
☙
ŞİMDİ OKUDUĞUN
WildfLover ㅣchaealisa
FanfictionSaç tellerinizde sakladığınız alevler, nasıl olur da eritmez göz pınarlarınızdaki kar tanelerini? ☙ Peki ya kalbinizdeki yaban çiçekleri, nasıl suluyorsunuz onları? ☙ "Toprağın kalbi, yirmi birinci yüzyılın ilk kardelenleri, nisan yağmurları, buğda...