"Çağın gerisinde kalmış orta doğu ülkelerinden farkımız kalmadı." dedi gözlüklü, takım elbiseli adam. "Çağdaş bir hukuk sistemimiz var ve yargı ona aittir ve resmi olarak bu kadar kişinin ölümüne sebep olmuş bir kişinin gitmesi gereken yer elektrikli sandalyedir."
Hemen yan tarafında, masanın diğer bir ucundaki adam ona , itiraz etti. Diğerine göre biraz daha gençti. "Kilise skandalını örtbas etmeye hazırlanan hukuk mu ?" diye sorguladı. "Pedofili ne zamandır bürokrasi oldu ?"
"Eğer ortada bir suç var ise, burada da adaleti sağlayacak olan yasalarımız var." dedi az önceki adam.
Lauren programı izlerken bir yandan da mısır gevreğini yiyordu. Sıkıldığını hissedince kanalı değiştirdi. Hepiniz aynısınız diye düşündü, televizyon programında birbirinizi boğazlayacaksınız ama stüdyo çıkışında birlikte biralarınızı yudumluyorsunuz. Bir diğer kanalda başkanın yerine yasalar doğrultusunda geçici olarak geçen başkan yardımcısı vardı.
Mavi kürsünün başında konuşuyordu Jeff Scoery. Beyaz gömleğinin üst düğmelerini açmış, kollarını kıvırmıştı, oldukça rahat gözüküyordu.
"Ülkede kutuplaşmaların farkındayız. Bunlar her zaman oldu, demokratlar ve cumhuriyetçilerin karşılaşmasında ağır sözler hep sarf edildi. Fakat iki tarafında kabul ettiği bir nokta vardı ki, hukukun ve Amerikan demokrasisinin üstünlüğü. Öncesi onlarca kişiyi sebebi ne olursa olsun katletmiş bir insanın mahkemeden öylece çıkması Amerika tarihinde kara bir lekedir. Bu cinayete kurban gitmiş başkanın koltuğuna büyük yolsuzluklar ile oturduğu elimizdeki belgelerden hareket ile aşikardır. Almaya hazırlandığı kararın da ahlak, vicdan ve yasaya aykırı olduğu da tüm ülkenin bildiği bir gerçektir. Ancak bunların kararını verecek olan yine Amerikan hukukudur. Katil Lauren Jauregui'nin bu dakikadan itibaren yakalanması ve elektrikli sandalyeye hükmedilmesi için gerekli kararlar tarafımca ve parlamento üyeleri ile ortaklaşa alınmıştır. Teşekkür ederim."
Canlı yayın kesildi, ekranda kanalın reklamları gösterilmeye başlandı.
Masanın üzerindeki kupanın içindeki çaydaki titremeler gözüne çarptı Lauren'ın, uzun sürmedi, masa da sallanmaya başladı. Saniyeler sonra ise helikopter sesini işitti.
Pencerenin kenarından içeriye doğruca ulaşan kırmızı ışının doğruca göğsünde duraksadığını fark etti. Sakince masadaki kupadan bir yudum aldı, bu sırada karşı iki binanın farklı katlarında sıralanmış üç keskin nişancıyı tespit etti.
Zil çaldı.
Yirmiye kadar saymaya başladı, yirmi saniyenin sonunda kapı kırılacak ve içeriye onlarca polis hücum edecekti.
Altı.
Perdeleri kapattı, belindeki silahı çıkarıp masaya daha önceden kurduğu düzeneğe yerleştirdi.
On üç.
Mutfak masasının üzerindeki yarısı bitmiş viskiyi kavradı, yerdeki parkeyi kaldırıp asansör boşluğuna ulaşan geçidine girdi. Yerden altı kat yukarıdaki halata tutunup kendini aşağıya bıraktı.
Yirmi.
Yere ulaşmak üzereyken kapının kırılma sesi ve bir kaç el makineli sesi kulakları doldurdu.
SWAT ekibi içeriye girip odalara dağıldı.
"Temiz." dedi yatak odasına ilerleyen gaz maskeli polis.
"Burada bir silah var, buraya gelin." Askerler salona ilerlediler. Masanın üzerine dikeylemesine bırakılmış silaha odaklandılar.
"Uzaktan kontrol ediliyor olabilir, dikkatli olun."
Televizyon açıktı, ekranda başkan yardımcısının konuşmasının tekrarı verilmekteydi. Silah ise tam ona doğrultulmuştu. Bir polis silahı etkisiz hale getirmek üzere harekete geçmişken silah patladı. Televizyonun ekranı paramparça oldu.
"Kaçmış !" dedi mutfaktaki geçidi gören polis, ardından telsizden anons etti. "Sokaktaki tüm ekiplere suçlu evden kaçmış, tekrar ediyorum suçlu kaçmış, bulunduğu yerde vurulma emri geçerlidir."
O sırada Lauren viskisinden büyük bir yudum almaktaydı. Bitirdiği şişeyi evinin arkasındaki çöp konteynerına bıraktı, konteynerı güçlükle itti. Altındaki rögar kapağını kaldırıp yer altı sularının aktığı geçidine indi.
Farelerin seslerini duyabiliyordu. Onlara ayrı bir sempati beslerdi, bulundukları her yerden kaçabilmelerini takdire şayan bulurdu. Şüphesiz ki yer altındaki her yola aşina olması sebebiyle kendini de bir Splinter Usta ilan edebilirdi.
Hangi yolun ne tarafa açılacağını çok iyi biliyordu, fotografik hafıza bir sosyopata Tanrı tarafından bahşedilmiş en büyük ödüldü.
Dört saate yakın kat ettiği yol ile şehrin uç köşesinde olduğunu tahmin ediyordu. Arabaların gürültüsünden olan ıraklık buranın seattle mısır tarlaları yakını olduğuna işaretti. Sağa dönüp yukarıya tırmandı, yukarıya çıkmak üzere kapağı itti.
Gün ışığı görüşüne hücum ederken mısır tarlaları tahmininde haklı çıktığını fark etti. Yakınlardaki küçük kasabaya doğru ilerlemeye başladı. Muhtemelen tiksindirici bir kokusu vardı ama hayvan dışkıları ile haşır neşir olan bir bölgede bunun büyük bir sorun teşkil etmeyeceğini düşündü.
Kapısında 'Fıçı bira bulunur' yazılı ahşap dükkana girdi, tenhaydı. Birkaç adam duvarda asılı küçük tüplü televizyondan beyzbol maçı izliyordu.
Bar sandalyesine oturdu. Uzun sakalları beyazlamış şişman adamdan bira istedi. Bardaktan dökülen birayı önüne koyan adam söze girişti. "Gezgin misin ?"
"Kokudan mı anladın ?" dedi Lauren. Adam güldü.
"Sorun değil, dükkanımın müdavimi olan bir çok kişi en son geçen ay banyo yapmıştır."
"Burası haritalarda gösterilmiyor." dedi Lauren.
Adam boğazından gelen hırıltı sesiyle kahkaha attı. "Süpermarket büyüklüğünde bir kasaba burası." dedi. "Acemi bir gezginsin."
"Öyleyim." dedi Lauren, birasından büyük bir yudum aldı.
"Pek de asık suratlısın." dedi adam. "En son ne zaman gülümsedin, üç yaşında mı ?"
Lauren daha önce gerçekleşmeyen bir biçimde Camila'nın yüzünü anımsadı, kokusunu duyumsadı. Dişlerini birbirine bastırdı, ayağı kalktı. Arka cebinden bir yüzlük çıkarıp boş bardağın altına sıkıştırdı. Ahşap kapıdan gürültüyle çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sociopath (Camren)
Fanfic"Ölümün tadı dudaklarımda.. Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum." diye fısıldadı, göz altındaki kırışıklıklar yanına yaklaştıkça belli olan adamın kulağına. "Bu sözleri biliyorsunuz, değil mi ?" "Mozard'ın son sözleri." dedi adam, gö...