Uyandığımda hava kararmış, akşam olmuştu. Gözlerimi açtıktan sonra bir süre yatakta, baş dönmemin geçmesini bekledim.
Ayağa kalkabileceğime emin olduğumda yavaşça battaniyenin içinden çıkarak yataktan kalktım. Masamın üzerinde duran tokayı alıp birbirine karışmış saçlarımı dağınık bir topuz yaparak odamdan çıktım.
Salona geldiğimde, annem koltuklardan birine kıvrılmış yatıyordu. Koltuğun kenarındaki battaniyeyi alıp üzerine örttüm ve mutfağa geçtim. Zerya buzdolabına sırtını yaslamış, telefonla konuşuyordu.
Kafasını yavaşça kaldırıp, kapıda dikilen bana baktı. Bana buruk bir şekilde gülümsedi ve "Peki anne, sonra konuşuruz. Görüşürüz." diyerek telefonu kapattı.
Yüzündeki burukluktan belliydi, annesiyle kavga ettiği. O böyle üzgün olduğunda, dayanamıyordum. Her zaman neşeli ve güler yüzlüydü o. Yüzündeki en küçük burukluğa bile dayanamıyordum.
Dayanamayıp bana karşılık vereceğini bildiğimden, küçük bir tebessümle baktım ona. Tebessümüme karşılık, hafifçe gülümsedi. Yaslandığı yerde tamamen doğrularak, küçük adımlarla yanıma geldi. "Leza," dedi kısık bir sesle. Daha sonra kollarını açarak sıkı sıkı sarıldı. Ellerimi kaldırıp ben de sıkıca sarıldım ona.
"Leza," kısıktı sesi. "Efendim?" Diye karşılık verdim ona sarılmaya devam ederken. "Beni sakın bırakma, olur mu?" Diye sordu titreyen bir sesle. Ellerimi yukarıya kaldırdım ve omuzlarına dökülen altın sarısı saçlarını at kuyruğu şeklinde yukarıdan toplarken, "Asla," dedim. "Kovsanda seni bırakmayacağım. Yeter ki sen gitme."
Bileğimdeki siyah tokayla saçlarını topladıktan sonra yavaşça ayrıldım ondan. Alnına düşen birkaç tel saçını elimle geriye iterken, alnından öptüm. Daha sonraysa, gözlerinden firar eden birkaç damla yaşı sildim parmak uçlarımla.
"Sen sakın üzülme, olur mu? Sen üzülme, başka bir şey istemem. Benim ömrüm sensin be, başka kimse umrumda değil. Kendimden çok düşündüğüm, can parçamsın. Sakın gitme, lütfen." Dedim ondan uzaklaşıp kapıya doğru ilerlerken. Sesim titremişti, anlamadığım bir şekilde. Önemsemedim ve ne yaptığımı bilmeden, sadece içimden gelenleri yaparak arkamı dönüp mutfağın kapısına gittim. Son kez, "Baban bahçede, seni bekliyordu." diye seslendi usulca.
Babam? Hayret, o buralara gelmeyi bilir miydi? Diye geçirdim içimden hafifçe gülerek. Leza, iyice delirdin sen kızım. Kafayı yemene az kaldı. Gülmeye devam edip içimden bunları geçirirken, dışarıya çıkmak için kapıya doğru ilerledim hızlı adımlarla.
Fortmantodan elime geçen ilk kapşonlu hırkayı elime alıp giydim ve kapıyı açıp dışarıya çıktım. Giydiğim hırka bana epeyce büyük olmuştu. Adeta bir torba gibi duruyordu, en sevdiğim.
Kapıyı kapatıp, birkaç adım ilerledikten sonra babamı gördüm. Ben küçükken birlikte oluşturduğumuz küçük gül bahçesinin yanında, telefonla konuşuyordu.
İçimde, anlam veremediğim bir hissizlik ve duygusuzluk vardı. İşi yüzünden yurt dışına çıktığı için uzun bir süredir babamı görmemiştim ama özlememiştim de. Şu an burada 9 yaşındaki halim olsa, koşa koşa babamın yanına gider, sırtına atlardı fakat şimdi, sebebini bilmediğim bir şekilde babamı özlememiştim ve koşarak yanına gitme isteği gelmiyordu.
Adımlarımı hızlandırmadan, yavaşça babama doğru ilerledim. Başım döndüğünde kafamı yavaşça yere eğerek gözlerimi kapattım. Başım tekrar dönmeye başlamıştı. Bir yanım, bu saçmalıklar için ağlamak istiyorken; bir diğer yanımsa, bana sürekli yıllardır ağlayamadığımı hatırlatıp, kahkaha atarak gülmek istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRDAP
Teen FictionRuhunu karanlık esir almış küçük bir kızın acılarla dolu hayatı... Kimse bilmiyor onun o küçük kalbine sığdırdığı acıları. Kimse anlamıyor, dinlemiyor, uğraşmıyor. Yardım etmiyorlar o karanlık kuyudan çıkmasına, daha çok derine itiyorlar onu. Dene...