Ortamdaki sıcak hava vücudumu mıyıştırırken kendime gelmekte zorlanıyordum. Göz kapaklarım üzerinde tonlarca ağırlık varmışcasına kapalıyken, gözlerim açılmayı reddediyordu.
Yatağın o muhteşem yumuşaklığında kıpırdadım ve soluma dönmek için hamlede bulundum. O an vücudumun her miliminde hissettiğim acı canımı o kadar yakmıştı ki istemsiz bir şekilde inledim ve gözlerim acı eşliğinde kendiliğinden açıldı.
Yavaşça etrafı taradığımda bir odada olduğumu farketmem uzun sürmemişti. Odadaki belki de en güzel şey içerisinin karanlığına rağmen kendini gösteren beyaz rengin eşsiz güzelliğiydi.
Yataktan canımın yanmaması için olabilecek en yavaş şekilde doğrulurken, en son neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Hatıralarımı ince bir süzgeçten geçirdiğimde şuan olduğu gibi daha öncede bilmediğim bir yerde uyandığımı hatırladım. Şimdikinden tek farkı öncesinde vücudumu yakarcasına hissettiğim soğuk olmuştu. Şu an içerisinde bulunduğum hava ise soğuğa meydan okurcasına insanı rahatlatıyordu.
Sonrasında ise neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Fakat karnımda hissettiğim müthiş acıdan anlaşılacağı kadarıyla iyi şeyler olmamıştı. Kafamı eğip kazağımı kaldırdığımda gözüme çarpan şey sağ tarafıma yapıştırılmış bezin üzerindeki kırmızılıktı. Kafamdaki soru işaretleri daha da artarken yataktan kalktım.
Hastane koridorlarında ameliyat olmuş insanlar gibi ağır adımlarla cam kenarına doğru ilerledim. Perdeyi araladığımda sokakları saran turuncumsu kızıllık sebepsizce mutlu etmişti. İçimi huzur kapladığını hissettim.
Günün ilk ışıklarının yeryüzüne vurduğu zamanı çok severdim. Bana annemi ve mutlu çocukluğumu hatırlatırdı. Çok iyi anımsıyorum, 6 yaşındaydım. Bir sabah aynı bu saatlerde uyanmıştım. Hemen yatak odasına gitmiş ve annemi uyandırmıştım. Dışarı çıkıp güneşin doğuşunu izlemeyi istediğimde hiç itiraz etmeden kabul etmişti. Bu, belkide annemle olan en mutlu anımdı.
Düşüncelerimden sıyrıldım ve perdeyi açtığım gibi geri kapattım. Bana kesinlikle yabancı olan odada kapıya doğru ilerledim. Ses çıkarmamaya özen göstererek kapıyı açtığımda karşıma nerdeyse bizim evin tamamı genişliğinde bir salon çıkmıştı. Daha önce hiç bu tarz bir eve gelmediğimden dolayı gördüğüm büyüklük şaşırmama sebep oldu.
Odadan çıktım ve kapıyı aynı sessizlikte kapadım. Ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrimin olmayışı beni tedirgin ediyordu.
Büyük salona kısaca göz gezdirdiğimde sol tarafta kalan bir oda daha olduğunu farkettim. Bir şeylerde terslik vardı. Intihar edip ölmeyi beklerken, karmaşanın içerisinde bulmuştum kendimi. Kafamda onlarca soru yanıtlanmak için can atıyordu ve benim yapmam gerekense bunlara cevap bulmaktı. Bunun içinse ihtiyacım olan tek şey öncelikle konuşabileceğim bir insandı.
Sol tarafa yöneldim. Ne olacağını bilmediğim için her zamankinden daha büyük bir sessizlikle kapıyı araladım ve içeriye girdim. Burasıda oldukça genişti, en azından benim yattığım odadan daha büyük olduğu kesindi. İçerisi daha aydınlanmadığından karanlıktı ve etrafta neler olduğu çok net gözükmüyordu.
"Odamda ne işin var?"
Duyduğum ses karşısında şoka uğrarken ayaklarım istemsizce bir iki adım geri gitmişti. Sesin geldiği yöne kafamı çevirdiğimde ayakta duran karanlık görüntü sert bir şekilde yutkunmama sebep oldu.
"Sorduğum soruların yanıtsız bırakılmasını sevmem."
Aynı sesi ikinci defa duyduğumda hızlı bir şekilde kapıya yöneldim. Açacağım sırada kapının üzerindeki el buna engel olmuştu. Tam arkamdaydı, varlığını hissediyordum. Nefesi enseme çarpıyordu. Diğer elide kapının üzerinde yerini aldıktan sonra iki kolunun arasında sıkışmış bir vaziyetteydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYATIN KIYISINDA #Wattys2017
RomanceAğlamaktan şişen gözleri sevdiği adama baktı. Bir daha göremeyeceğini düşününce ciğeri sökülmüş gibi hissetti. Titreyen elini kaldırdı ve kırılacak değerli bir vazoymuşcasına adamın kirli sakallarında gezdirdi. Gözlerini kapadı ve akmamak için diren...