Yatağımda yavaşça doğruldum ve delikli perdemden içeri sızan güneş ışınları sayesinde içimdeki karanlığın arttığını hissettim.
Saatin kaç olduğunu öğrenmek için telefonumu elime aldığımda Jimin'in 'kahvaltı hazır' diye bağırmasından dolayı telefonu tekrardan yerine bıraktım ve olabildiğince hızlı davranarak hazırlandım.
Hızlı adımlarla merdivenlerden indiğimde Jimin kollarını birleştirmiş kızgın bakışlarla beni süzüyordu.
"Dün neden ağladın?" Ani sorduğu soru ile birden duraksadım. Oysa ki dün akşam ağladığımı belli etmemek için bir çok şey yapmıştım. Bunlardan bir tanesi müziği son ses açmaktı.
"Ağla-amadım!"
"Yalan atma Cho!"
"Ağlamadım diyorum. Uzatmasan?"
Kaşlarını çatarak bana baktı. "Bu konuyu sonra konuşucaz. Minik bela!"
"Bana minik bela deme! Ayrıca aynı boydayız." 'Aynı boy' kelimesinden nefret ediyordu ve ben de bunu onun suratına vurmaktan zevk alıyordum.
Bir iki bişey atıştırdıktan sonra Jimin ile beraber okula doğru yürümeye başladık. İkimizde suskunduk çünkü eğer onunla konuşmaya kalkışsaydım ağlama mevzusunu açacaktı. Bu yüzden susmayı tercih ediyordum.
Jimin'in elindeki telefonun çalmasıyla durduk. Arayan Jungkook'tu ve ben heyecandan ölüyordum. Bela kuzenim arkadaşıyla konuşmak için yanımdan ayrıldı. Herhalde benden sakladığı bazı şeyleri vardı. Bunu pek fazla umursamadım ve etrafıma bakınmaya başladım. Karşımda gördüğüm Suho ve Hye Su ile gözlerimi irileştirdim. Sokak arasında öpüşüyorlardı. Bu sahneyi ilk görüşüm değildi ama hala ilk gördüğüm an gibi kendimi kötü hissetmiştim.
Gerçekten bu kız Jungkook'u hak etmiyordu. Zaman kaybetmeden telefonumla fotoğraflarını çektim. Önümüzdeki zamanlarda bu fotoğraflar baya işime yarayabilirdi.
Aslında geçen gün sosyal medyada Jungkook'a aldatıldığını anlatmaya çalışmıştım ama o beni dinlemeden engellemişti. Gerizekalı! Gözlerini biraz açıp etrafına baksa her şeyi görecek ama onun tek yaptığı boş boş gezinmek.
Çok bir şey istemiyorum aslında...
Sadece içimden gelerek gülmek...
Sizce bu istediğim şey,zor mu?