Yavaşça yok olan yara izleri gibiydim. Önce kanar, sonra kabuk bağlar, daha sonra da o kabuk düşer ve yara kapanırdı. Sorun şu ki benim yaram kapanacak mıydı diye düşüneceğime yaramı ben kapatmayı seçtim.Yine geldim, yine ona geldim. Ona geleceğimi biliyordum zaten, ne olursa olsun gelecektimde. Kararlıydım bu sefer bazı şeyleri öğrenmesini sağlayacaktım. Artık dayanacak gücü kendimde bulamıyorken kendimi de yıpratmaya göz yummayacaktım.
Cevap hakkını elinden alacaktım, sadece defteri verecektim ve gidecektim. Aklımdaki tek plan buydu.
Jimin'i gördüğüm gibi yanına hızlı adımlarımla gidip boşta olan elini kavrayarak avucuna siyah defteri bıraktım. Eli dışarıdaki soğuk havaya rağmen sıcacıktı. Göz göze geldiğimizde gözleri irileşirken ağzını açacaktı ki sözleri ağzına geri tıktım planladığım gibi.
"Bunu alıp oku lütfen." diyerek tek kelime etmesine izin vermeden arkamı dönüp koştura koştura gittim. Arkama bakıp güzel gözleriyle karşılaşırsam konuşup cevap vermek zorunda kalırdım yoksa.
Geri dönüşü olmayan bir yola sapmam farkına varılmayacak boyutlara gelebilirdi. Ama umursamıyorum.
Gün ölüm gibi geçti sonra. Acaba okudu mu? Acaba ne düşündü?
Jimin beynimi işgal edip karınca sürüsü gibi gezerek yiyordu her bir parçamı. Bütün benliğim Jimin ile dolmuşken ben bu çaresizlikle ne yapacaktım gerçekten?
-
Usanmadım, ertesi gün yine gittim. Jikook'u Taehyung'a teslim ederken "Artık onu senden daha çok görüyorum." diyip elimden alacaktı az daha. O tatlı, yumuşak ve bembeyaz olan şeyi seviyordum. O bana Jimin'den kıyafetlerdeki kokusundan sonra kalan tek şeydi.
Elbette çocuğun kıyafetlerini koklayıp uyuyacak kadar kafayı sıyırmamıştım. Belki kendime itiraf edemesem de kıyafetlerini giyip yatağında yatmıştım. Aşırı derecede özledim onun gülümsemesini, kısılan gözlerini, utançtan yüzüme bakamayışını... Ah, en önemlisi dudaklarının yumuşaklığını.
Geçen gün birisi yanımdan geçerken Jimin diye seslendiğinde götü başı dağıtmamıştım tabii ki de. Ya da ne bileyim karşımdaki sandalyenin boş olması hiç de koymamıştı. Niye koysun? Jimin'den önce de bir hayatım vardı ama o hayata geri dönmek istemiyordum.
Her zaman ki gelip oturduğum banka oturmuştum yine. Bank yakında ayaklanıp "Ooo hoşgeldin." derse şaşırmayacakım. Akraba falan olmuştuk.
İlk önce Jimin'e göz gezdirip arardım sonra uzaktan lisede ilk aşkını bulan çocuklar gibi bakardım ona. Sonraysa onunla konuşacak her hangi bir konu arardım. Ta ki gerçekten tükenip ağlayacağım o güne kadar.
Her insanın patlama noktası vardır. Bazıları o an patlar bazıları içine ata ata en sonunda biriktirip patlar. Maalesef Jiminsizliği içime atmıştım ve bir anda çıkmıştı her şey.
"Jungkook?"
Bu tatlı ses?
Tatlı sesinin tınısı kulağıma dolarken öylece kalakalmıştım. Jimin bana az önce adımla seslenmişti değil mi? Ah, tabii ki defteri vermiştim demek ki okuyup anlamıştı. Ama bir dakika, yüzümü bilmiyordu ki direk Jungkook diye söylemişti.
Bacaklarımın önünde bir gölge belirdiğinde bütün sakinliğimi korudum. Hissiz bir biçimde oraya öylece oturmuşken şu an içten içe krizler geçiriyordum
Karşımdaki siyah botlara bakıyordum öylece. Başımı kaldırıp onunla yüzleşmeye falan korkuyordum sanırım. Sakin ol dedim kendime. Jimin gerçekten eğer... Kalbime sanki dışarıdan hoparlör tutulmuştu ben bile duyuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Remember |Jikook|
Fanfiction"Hatırlamıyor olmak benim suçum değil, tamam mı? Lanet olası bir bozuk plak gibi başa sarmak benim suçum değil." Onun için meraklarım endişeye bürünüp aklımda bir sürü soruya daha yer açmıştı. Korkuyor muydu? Yoksa gerçekten tükenmiş miydi?