"hiçbir yer"

63 4 3
                                    

Birbiri ardına içilen kahveler de benim gibi kendisinden ne istendiğini bilmiyordu. Bu Cumartesi tembelliğine bir son vermeliydim ama ne ile? Sun Hee, onunla oldukça vakit geçirdim, yine yapabilirdim ama içimden bir ses artık durmamı, karar vermemi söylüyordu. O, iyi bir arkadaş, üstelik dolu bir insandı esasında ama Yoongi'yi ve geçmişlerini bana hatırlattığı sürece onunla olmak bana bir yandan da zarar verecekti, bunu biliyordum. Seneler önce kaybettiğimi sandığım duygularımın tekrar gelmesi güzeldi de, bu komplike ilişkiler, çakışan hayatlar hiç de hoş değildi.

Şu anda hızlıca oturduğun yerden kalkmazsan bu daha saatlerce sürebilir! Enerjimi bir anlığına toplayıp ayağı fırladım. Hızlıca kahve bardağını mutfağa götürüp bulaşık makinesine yerleştirdim. Kafamı kaldırdım ve mutfak tezgahının üzerindeki pencerede gördüğüm birkaç yağmur damlasının ve ardındaki, bulduğu her küçük delikten sızıp içeriyi aydınlatmaya çalışan güneşin birlikteliği kutsal gelmişti. 

Saat 16:32'yi gösteriyordu. Bilgisayarı kapatıp biraz oyalandıktan sonra duşa girdim. Çıktığımda amaçsızca dolabımın önünde dikilip, giydiğimde güzel görünebileceğim birkaç parça kıyafet aradıktan sonra üzerinde karar kıldıklarımı tereddüt etmeden üstüme geçirdim. Biraz da makyajın yardımıyla artık daha iyi hissediyor ve "hiçbir yer"e gitmeye hazır görünüyordum. Gideceğim yer, hiçbir yer  idi, evet. Bildirimlerimi kontrol etmek için telefonumu elime aldığımda aklıma birkaç gün önce Yoongi'nin numaramı kaydetmek için benim telefonumdan kendisini aradığı geldi. İçimi hoş bir telaş kaplaması kaçınılmazdı. Sırıtan yüz ifademle "Son Arananlar" bölümüne geldim. 3 basamak aşağıdaydı. Orada, öylece duruyordu işte. Sizin için özel birine ait olan özel bir şey, sahip olunması en heyecan uyandırıcı şeylerden biri olabilirdi şüphesiz. Numarayı tekrar tekrar okuyor ve tekrar tekrar son günlerde onun tarafından nasıl görmezden gelindiğimi düşünüp duruyordum.  Sanırım ikisi birbirine zıt düşüyor, ironik bir durum oluşturuyordu. Kendi içimde verdiğim bu savaş, ellerimin soğuk soğuk terlemesine neden olmuş ve midemi bulandırmıştı. Bütün sistemimi alt üst etse de, içten içe bu heyecanlı halimden mutluluk duyuyordum. 

Numaramı alan oydu, ama beni görmezden geldi. Sıra bende demek olabilir miydi bu, bilmiyordum. Beklemeliydim fakat büyük ihtimalle bunu yapamayacaktım. Parmaklarım, bir asker gibi aramak için ekrana dokunacağım anı bekliyordu. Artık bunu yapacağımdan emindim, tek düşündüğüm bunu yaptıktan sonrasıydı. Konuşmaya nasıl başlayacaktım? "Selam, merak ediyordum da; birkaç gündür regl dönemindeki bir kadın gibi davranmanın özel bir sebebi var mı acaba?"  kesinlikle çok yerinde olurdu, eğleneceğime de hiç şüphe yoktu ama bunu yapmak için sonrasına dair hiçbir şey beklemiyor olmam gerekirdi. Kahretsin ki bekliyordum. O halde başka bir şey düşünmeliydim. Düşündükçe kendimi bunu yapmaktan vazgeçireceğimi biliyordum. Sadece ara gitsin Jin Sol! Kaybedeceğin bir şey var mı ki?! 

Ve, işte yapmıştım. 

Aranıyor...

Aranıyor- Neler döndüğünü anlamaya çalışırken ekrana baktım. Kafamda bunu o kadar kurgulamış olmalıydım ki gerçekten arayıp aramadığımı fark edemiyordum. Jin Sol, bunu asla yapmazdı. Onun gururu her şeyden önce gelirdi. Kalp atışlarımın sesi kulaklarımı tıkıyordu, kendi içimde hapsolmuştum ve kalbim göğüs kafesimin duvarlarını yumrukluyordu. Kendime gelip hemen aramayı reddetmek için ekrana dokundum. Bunu yaptığımda, sanki beş saattir nefesimi tutuyormuşum gibi güçlü bir soluk verdim fakat birkaç saniye geçmeden çalmaya başlayan telefonumun sesiyle sıçradım. Kendine gel Jin Sol! Sen bu değilsin! Sakince aramayı yanıtladım ve telefonu kulağıma götürdüm. 

"Selam, fazla vaktim yok, 10 dakika içinde hazır olur musun?" Telefonun diğer ucundaki Yoongi gayet soğukkanlı bir tavırla konuşuyordu ve bu hali tekrar dengemi bozmaya yetti. 

"H-hı?"

"So Ra yokken tek başına ne yapmayı düşünüyorsun? Sıkıcı değil mi?" 

Nasıl?!

"So Ra'nın olmadığını nereden biliyorsun?"

"Sevgilisi yakın arkadaşım olduğu için olabilir mi? Neyse, kapatıyorum." bir saniye geçmeden konuştu. "Ha! Bekle! Beni neden aradın?" sorusu karşısında geçtiğimiz dakikalar içinde onu aradığımı tekrar hatırlamak beni dehşete düşürdü. Sorusunu duymamış gibi yapıp telefonu yüzüne kapattım. Ne yani, 10 dakika içinde görüşecek miydik? Burada dikilmiş onu mu bekliyordum? Ellerim yaklaşık ne kadar zamandır böyle titriyordu? O anda bulunduğum yerdeki zemin olağan dışı bir şekilde metrelerce, kilometrelerce açılsa da beni içine çekse diye dua ettim. Sonuç: böyle bir şey olmadı. Ayakta dikilmeye devam ediyordum. En azından aynaya bakmalıyım diye düşündüm. Nasıl göründüğümü dahi idrak edemiyordum. Tek düşündüğüm görüştüğümüz anda üstüne kusabilmeme yetecek kadar mide bulantım olmasıydı. Su! Su çoğu zaman iyi bir sakinleştiriciydi. Aceleyle bir bardağın yarısı kadar soğuk su doldurup içtim. İçimden 10'a kadar sayarken, her sayıyla birlikte derin bir nefes almaya başladım. İnsanı daha önce hiç olmadığı kadar aciz kılan, kendini tanıyamamasına sebep olan, dünyanın belki de en saçma şeylerini yapmaya mecbur bırakan şey, neydi o? Muhtemelen adını ağzıma almak dahi istemediğim, kendisine yakalandığımı bir türlü kabullenemediğim ve yine büyük bir olasılıkla son evresinde olduğum hastalıktı. Tedavisinin olmasını umuyor, bir yandan da beni öldürmesine izin veriyordum.  

*** 

Yoongi tekrar aradığında hızlıca pencereden baktım. Kapının önünde eski model, buz mavisi bir Hyundai duruyordu. Çantamı alıp hızlıca sokak kapısına yöneldiğim sırada telefonu açıp kulağıma götürdüm ve kapıyı açtım. Bu halde kapının önünde dikilirken arabanın içinde aynı şekilde telefonunu kulağına dayamış Yoongi ile göz göze geldik.

"Anahtarını aldın mı?" Yoongi, gözlerini benden ayırmadan telefonun diğer ucundan konuştu. Sorusunun ne kadar yerinde olduğunu düşünürken telefonu ikinci kez yüzüne kapattım ve içeri fırlayarak anahtarlarımı alıp geri döndüm. Kapıyı kilitleyip dikkatlice karşıya geçtim. Yoongi, arabanın kaportasına yaslanmış, her zamanki soğuk ama şefkatli bakışlarıyla beni inceliyordu. Karşısında durduğumda konuştu; 

"Bana kalırsa, bu dalgınlığına bir çözüm bulmamız gerekiyor ama sen her zaman böyle olmadığını söylüyorsun." binmem için arabanın kapısını açtı. 

"Planın nedir?" 

"Bir yerlere gitmek. Hadi bin." ona duyduğum güvenden dolayı daha fazla soru sormaya gerek duymadım. Koltuğa oturdum ve pencereden dışarıya, kararmakta olan havaya baktım. 

***

Arabada hiç konuşmadan geçen uzun bir aradan sonra, kırmızı ışıkta durmuş yukarıdaki tabelaları incelerken üzerinde iki tane ok işaretiyle birlikte "Seoul" yazan tabelaya gözüm ilişti. Aynı anda Yoongi'nin de tabelayı incelemekte olduğunu gördüm ve çok geçmeden konuştu;

"Daha önce hiç Seoul'e gittin mi?"

"Hayır." Kore'de yaşadığım süre boyunca Seoul'e hiç gitmemiştim, ama bunu çok istiyordum.

Biraz düşündü, "Gitmeye ne dersin?" sarı ışık yandı ve arabalar hareket etmeye başladı, Yoongi, bana bakarak cevabımı bekliyordu. Korna sesleri yükselmeye başladı.

"B-ben bunu çok isterdim." Korna seslerinden dolayı gerilmiş ve kafası karışmış bir şekilde ifadesizce cevap verdim. Yoongi'nin dudakları kıvrıldı, yüzünde hem endişeli hem de mutlu bir ifadeyle gaza bastı. 

İlk defa Seoul'e gidecektim, üstelik yanımda Min Yoongi vardı ve arabayı o kullanıyordu...


Our Bitter Sweet Story | mygWhere stories live. Discover now