Çin, kendisini bir satır daha okuyabilecek gibi hissetmiyordu. Boğazı kurumuş, gözleri yaşarmıştı.
Ah, kalbi keşke bu kadar ağrımasaydı...
Litvanya, Çin'in zorlandığını fark etti. Okumaktan yorulduğunu düşündü. Şanslarına, sonraki sayfa Osmanlıcayla yazılmıştı. Yunanistan ve az da olsa Litvanya bu dili biliyordu. Defter, Yunanistan'ın eline geçti ve yavaşça okunmaya devam etti.
"... Bu gün nota kağıtlarımdan bahsedeceğim. Bunlar özel kağıtlar. Neden mi? Çünkü üzerlerinde notadan çok matematik formülü var da ondan!
Aklın fikrin şaşar, benim sır ortağım. Ben ömrümde böyle şey görmedim!
Şu Prusya ile ilk tanıştığım zamandı. Henüz insan yaşı yeni on dokuz olmuştu ve gençliğin bütün heyecanı üzerindeydi.
Onunla Macaristan'da karşılaştım. Eh... ülke olduğunu hissettim denebilir, o zamana kadar hakkında sadece Macaristan'dan bir iki şey duymuştum. O da çok ayrıntılı değildi tabii ki, Macaristan asla benimle konuşmayı sevmedi.
Neyse işte.
Macar çingeneler gibi giyinmiş bir halde, Lehçe-Macarca karışık konuşan bir kaç kızdan nota öğrenmeye çalışıp sohpet ederken, beyaz saçları güneş ışığında parlayan adam hemen ilgimizi çekti. Üniformasının üzerinde büyük bir haç vardı, ordudan olduğu anlaşılıyordu. Bıyıkları henüz terlemiş bir delikanlıydı. Kızlar arasında yaş olarak bu gence en uzak olan bendim, fakat onun ne olduğunu anladığım için delikanlıya en dikkatli ben bakıyordum.
Parlayan beyaz saçlı temsilci, biz üç genç kadının keskin bakışlarını hissettmiş gibi, bakışlarını konuştuğu Macar askerlerden bize çevirdi.
Henüz on beş olduğunu öğrendiğim Anna kıpkırmızı olup başını eğerken, onun ateşli on sekiz yaşındaki kızıl saçlı ablası Lili gülümsedi. Yirmi altı gibi görünen ben, hiç bir şey yapmadım. Temsilci, sanki hep kızlarla "zaman geçiriyormuş" gibi görünmeye uğraşarak gülümsedi. Oysa bir kaç kızın onu izlediğini fark edince çok utanmıştı, bunu beyaz tenindeki tatlı pembelikten anlıyordum.
Lili "Hey, yaklaşsana Prusyalı, seni ısırmayız." diye mırladı, kehribar gözleri oyuncu bir ışıltı bahşetti. Sonra beni dürterek kıkırdadı. "Bayan Barbara'dan pek emin değilim ama..." Lili'ye onaylamaz bir bakış yolladım. Bu kız bildiğim bütün Avrupa içindeki en utanmaz çingeneydi. Ve evet... Bu sefer Barbara ismini kullanıyordum.
Prusya temsilcisi, askerlere bir şeyler söyledi ve yanımıza neredeyse koşar gibi geldi. Lili'nin yaptığı kura karşılık vermek için gülümsese bile dikkatinin çoğunun benim üzerimde olduğunu fark etmemek için salak olmak gerekirdi.
Öyle ilgili bakıyordu ki, o da benim ne olduğumu anladı zannettim.
"Hanımlar." Bir referans yaptı, eteklerimizi tutup, karşılık verdik.
"Muhteşem ben, sizin için ne yapabilirim?" Ugh, ne narsist, evet ilk düşüncem buydu. Lili daha bir sırıtarak, "Prusya'dan buraya sizin gibi asil görünen bir beyi ne getirdi, merak ettik." Lili iyi laf yapardı. Öyle ki, genç Fransızlara taş çıkarttığını düşünüyorum.
Prusya temsilcisi kıkırdarken, "Demek siz hanımların dikkatinden kaçmadı? İlk olarak kendimi tanıtmak isterim; Bendeniz muhteşem Gilbert Beilschimit. Ama siz bana Muhteşem Gilbert diyebilirsiniz!" Lili kahkaha attı ve yanında sessizce bekleyen iki kızı göstererek, "Benim küçük kardeşim Anna, ben Lili ve sana yiyecek gibi bakan yabancı da, bize milyon tane soru soran Barbara..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Günlük
FanfictionElleri arasındaki yıpranmış sayfaların, bir günlük olduğunu fark etti. Ve her bir sayfa, kadın teninin tatlı kokusunu, onları kavramış uzun parmaklara sindiriyordu...