ARAF

49 2 8
                                    


Yazdığım makaleyi Rüzgar'ın dergide yayınlattığını öğrenince ani bir şok yaşamıştım. Çünkü görünmek ve bilinmek istemeyen bir kişiliğe sahibim. Kendini açmayı değilde kapatmayı tercih eden. Yalnızlığa biraz katkım olsun istiyorum. Makaleyi bütün gece yazdığım için rüzgar ben yazarken bacaklarımda uyuyakaldı. İçtiğim kahvelerin sayısını unuttum. Kimseye anlatamadıklarımı yazar oldum. Gittikçe kendime yabancı oldum.

Rüzgarla bir seyahat kuruyordum bu aralar kafamda camdan dışarı bakıp o planlarla kendi kendime güler oldum.

Rüzgarın bu durumdan haberi yoktu. Onu dünyanın en mutlu adamı etmeye çalışıyordum. Bu düşüncelerim bizi yüceltirse eğer yeniden umuda sarılmayı ve hayata dönmeyi amaçlıyordum.

Çünkü son birkaç aydır kendime bakmaz olmuştum. Yorgunluk, bıkkınlık beni benden aldı.

Tam mayışmış durumda olduğumu düşünüyorken arkamdan gelen mis gibi adam kokusu ve güçlü bilekleriyle omuzlarıma masaj yapmaya başlıyor ve teslim oluyorum. Bu teslim oluş acıdan kaçmak değil acının içinde yanarak o ateş içinde kendi suyumu bulmak. Uçsuz bucaksız bir adada mango toplamak gibiydi onu bulmak. Heryerdeydi, herşeydi. Devamlıydı. Ama bu beni bıktırmıyordu. Mango bulamadığım, hindistan cevizi bulduğum an yeniden tutunuyordum ona, bağlanıyordum. Bu cezaevinden çıkan bir adamın karısına sarılacağı dakikaları sayması gibiydi. Şehvetliydi... hasretliydi.. o özlemin ta kendisiydi. Beni koskocaman bir kadın yaptın. Beni yazar yaptın. Sana minnettar olarak yaşıyorum.

Su sevgisi gibiydi saçları yağmurlu çocuk. Adada temiz su bulmak gibiydi. Kana kana içmek doya doya serinlemek. Yeniden doğmak gibi birşeydi.

Tabi şuan yalnız olduğuma bakılırsa ben ona tutkulu olduğum için hatalı olmuştum. Çünkü birisini gerçekten sevdiğinizi hissettirdiğiniz zaman, vazgeçemeyeceğiniz bir hayal olduğunu gösterdiğiniz zaman o insan dalınızı kırıyor. Kanadınız simsiyah ve paramparça oluyor ve o sizi cennetten kovuyor.

Sığamıyorum şu evlere. Odam, yatağım beni kabul etmiyor artık. Sığınamıyorum artık, sığamıyorum.

Sanki tüm pencereler parçalanmak için yaratılmış gibi. Benim yumruğumu bekliyor gibi...

Kendime ait bir tarzım olduğunu düşünmüşümdür hep. Siyaha ait olduğumu ve siyah makyajın bana ait olduğunu düşündüm hep. Bu beni ben yapan gibi birşeydi. Ama artık yüzüme makyaj bile yapamıyordum. Ellerim titriyordu. Rüzgarın sakal tıraşını ben yapardım. O da benim saç kesimimi ve makyajımı. Birbirimiz için siyah ve beyaz gibiydik.

Beyazın saf olduğunu düşünenler geri kafalı ve eski dünyaya ait insanlardır. Nostaljik insanlar. Hiçbir yenilikçi insanın beyazı temiz göreceğini düşünmüyorum. Temiz diye birşey yok. Sadece kirlenmeden önceki hali vardır. Kirlenme yoluna girmiş.

Kapımın çaldığını duyunca olduğum yerde sıçradım. Alışık olmadığım bir sestir zil sesi.

Kapıda gece gündüz düşündüğüm adam. Rüzgarım...

"Kokusunda kaybolduğum, bana hayatta gülümseyecek neden veren kadın. Bir dinle bir affet canına yandığım herşeyi yap ama sessiz kalma sessizliğin içimde çığlıkları oluşturuyor"

Gözleri yaşlı, kaşları bükülmüş, o yaralı hali ellerine yansımış damarları çıkıklaşmış gözleri kızarmış. Varlığına öldüğüm adam karşımda yalvarıyor tam da bizim için umut olmadığını düşündüğüm an.

"Bana öyle bakma saçları yağmurlu çocuk. Küçük çocuk gibi karşımda teslim olma. "

Gerçekten ne dediğimi bilmediğim anlardaydım.

KeşfetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin