ölmüşsün sen, diyordun
her zamankinden çok ölmüşsün
yüzüme bakmak için eğildiğinde
bahse girerim,
belin ömrün boyunca hiç bu kadar bükülmemiştitiksinç bir ilgiyle üstüme tünen
gözlerini görüyordum
zamanında iki ufak kozmosa benzettiğim gözlerin
birer kara delik gibilerdi
delip geçiyorlardı
artık kaynamış leylaktan çok
başka bir şey kokan bedenimiölmüşsün sen, diyordun
sahiden ölmüşsün
sokaklarda ucuz sevgi satarken
aşkı arayan mankafa bir jigolodan farkım yoktu
bahse girerim, sen bunu
hep biliyordun
zavallı bir jigolodan farkım yoktukıçında bir fitille
sevilmediğini sindirmişken
tek öğünün kendin olsaydı
sen de ölürdün céu menina,bir balıkçı tezgahına yatırdım
kendimi
kırk göz üstümde dolandı
kırk beş buz sırtıma battı
şifon bir gömlek giyiyordum,
artık biraz sıçramış polimer kokuyordur
senin gömleğineğer sen ölümden bile korkunç olmasaydın
sen de ölürdün, céu menina
eğer ölümden bile aç
olmasaydın
sen de ölürdün, céu meninaelimde kalan her şeyi sığdırdığım gözlerin solardı
çünkü kimse onlara nasıl bakacağını bilmezdi
eğer ben öyle bakmasaydımbok çukuruna batmış ve yıllardır bilinçli felçte bir ihtiyar gibi salınan gökkubbeyi tutan ellerin solardı
çünkü kimse onları nasıl tutacağını bilmezdi
eğer ben öyle tutmasaydımaslında, diyordun
ölünün de dirinden pek farkı yok,
sadece sökük lenfler ve lekeli kemikler
dudaklarını bastırıyordun bana
aramızda zehirli dere değil,
zehirli bir tsunami vardı
dudaklarını bastırıyordun bana
sadece sökük lenfler ve lekeli kemikleretraf her zamankinden daha karanlıktı
bana bakıyordun
hep baktın
unutursam fısılda derdin ya,
fısıldıyorum
ben senin devriminim
duyamazsam bağır derdin,
ben senin devriminimsen ölümü dirimden ayırt etmiyordun
céu menina,
sen sadece beni nasıl öldürdüğünü çok iyi hatırlıyordunbir fırtına gibi,
benim fırtınam
nasıl delip geçtiğiniy/n:
tükürdüğünü yalamak dedikleri