Şimşek alabildiği sesiyle homurduyordu.Parmaklıkların arkasından çok ürkütüyor.Sanki bütün öfkesini benden yalnız benden alacakmış gibi...Duvarlar üstüme üstüme geliyor.Dört duvar,yalnız ben varım sanki.Herkes ölmüş.Bir saat var duvarda asılı,akrep yelkovanı kovalıyor.Neden?Bırak yelkovanın peşini.Her tık edince saat bakıyorum yelkovanı akrep soktu mu ,yakladı mı?Diye bakıyorum.Beş ranza var bir mezar taşına benzeyen yastıkları sırılsıklam.Üzerimizdeki duvar sanki yok veya gözyaşlarından mı ıslandı mezar taşlarına benzeyen yastıklar?Benim ki ıpıslak bir göl gibi.Zeminlere ne demeli?Duruyorlar, bana bakıyorlar çirkin gülümsemeleriyle...Yoksa,yoksa o çirkin gülümseme sandıklarımı bir gün basıp geçecekmiyim?Kapıya doğru gitmeye cesaret edecek miyim?Bir kapı var üç parmaklık,parmaklık değil bence bir hayel,dışarıda açmadım,açamayacağım.Büyük bir masa salonda.Çay bardaklarının arasında solgun bir çiçek.En az on yıllık olmalı.Başka kimse çiçek getirmedi bana,bize.İşte şimdi hızlıca korkunç zeminde yürüyüp tabutuma giriyorum.Tabutumu açıp içine uzanıyorum.Ve sonra her günkü gibi tekrar tekrar ölüyorum...