Orhan'ın Güneşi

191 24 37
                                    

Ergenlik dönemimin
Kafka ruhlu sabahlarından biri...
Pencereden, yeni doğmuş bana göz kırpan güneşe baktım.
Okul üniformamı giyip evden çıktım.
Usulca, onun adımlarıyla anlamlanmış sokağa girdim.
Evinin karşı çaprazında,
yaşı benim yaşımdan büyük ağacın
arkasında gizlenip
onun evden çıkmasını beklemeye başladım.

Güneş sokağın sonunda
boynunu uzatmış
ışıklarını yüzüme vuruyordu.

İşte! Onun sesinden sonra
en çok sevdiğim ses; onların
kapı sesi...
Açılmıştı ve o sarı saçları,
yeni doğmuş güneşin ışıkları değince,
altın renginde görünüyordu.

İşte imtihanım.
Belki de ben yanlış imtihana girdim.
Zaten hiç de çalışmadım.

O en sevdiği
kırmızı yuvarlak tokalarını
sarı saçlarına takmıştı.
Omzunda da mavi çantası.
O, öylece kapıda beklerken...
O ufacık hacmiyle
yer kaplarken evrende,
benim gönlüme sığamıyordu.

Birden annesi de çıktı kapıya ve bir el de beni omzumdan tutmuştu:
-Günaydın.

Gerçekten de gün aydındı.
Bence bu güneşin bize hediyesiydi;
karanlığa ışık tutup
bize onu
onun sarı saçlarını gösteriyordu.

İyi ama
bana "Günaydın" diyen Emre'nin
burada ne işi vardı?
Yoksa... Yoksa Emre de mi
onu seviyordu?

Hayır! Hayır!
O olamazdı...
Ama ondan başkası da olamazdı.
Çünkü aşık olunacak bir tek o vardı.

-Emre, sen ne zaman...
-Öyle dalmışsın ki kızın seyrine, benim geldiğimi bile farketmedin. Seni gördüm bu sokağa girerken arkandan geldim. Hadi okula gidelim. Bak sevdiğin de gidiyor.

Başımı çevirdim.
O giderken annesi de eve girmiş kapıyı kapatıyordu.
Sokağın sonunda iki arkadaşı daha bekliyordu.
Arkadaşları onu görünce gülümsemeye başladılar.
Sanki içlerine yaşama sevinci doğmuştu.
Onu ortalarına aldılar.
Koluna girdiler ve yürümeye başladılar.
O an arkadaşlarından biri olmayı
çok istedim.
Onun koluna girip sesini duyabilirdim. Ve dünyanın en mutlu insanı olarak yaşayabilirdim.
Ama olmadım.

Birden okulumuzun yanındaki parka girdiler. Bir bankta oturup konuşmaya başladılar. Biz de tam parka girerken
ikimizin arasından bir kafa aniden girip, bir eliyle benim sağ omzumu diğer eliyle de Emre'nin sol omzunu tutup:
-Gençler! Okuldan mı kaçıyorsunuz?

Emre sakin bir şekilde:
-La Mehmet, Orhan'ın dünyası
bu parkta.
Mehmet onun arkadaşlarıyla oturduğu banka baktı durumu anlayınca bize dönüp:
-Hadi çay alalım.
-Ben çay içecek adam mıyım?
demesi Emre'nin, ben ve Mehmet'i gülümsetmişti.

Parktaki büfeye gittik.
Mehmet hemen büfenin camından içeri başını sokup;
-Cihat Abi! İki çay, Üzeyr Abi'nin oğluna da bi' sade kahve.

Sıcacık içeceklerimizi alıp,
parkın bir köşesine geçtik.
Dumanı tüten çayımdan ilk yudumu aldığımda, o ve arkadaşları ayağa kalktılar.
Onlar öylece parktan çıkıp okula giderken, ben öylece oturduğumuz masadan
onun; minicik ayaklarını dünyaya değdirip okula doğru gidişini izliyordum.
Tam hülyalanıp dalıyordumki
Emre'nin sesi bunu engelledi;
-Hadi fondip
-Sonra okula
...

Geç kalmamıza öğretmen kızmamıştı.
Öğretmenimiz tahtaya çizdiği hücrenin yapısını anlatırken,
ben ise onun bir hücresi olması hayaliyle sırada, Emre'nin yanında oturuyordum.

Teneffüs zili çaldığında Emre, Mehmet ve ben
koridora; camın önündeki peteğin üstünde oturmaya gittik.
O da kapıya çıktı, yine yanında o iki arkadaşı: dünyanın en güzel sesini dinleme saadetini kazanmış iki kız...

Günlerim hep böyle, onu izlemekle geçiyordu.

...

Pazar sabahı, penceremden içeri giren güneşe bakarak, erkenden uyandım.
Odayı havalandırmak için pencereyi açtım.
Sokağımızdaki ağaçta yuva yapan kumru çifti seyretmeye başladım.
Müzik yerine onların yarenliklerini dinlemeye başladım.
Sesleri beni gömüldüğüm karanlıktan çıkarıp, içimde bir yerlerde sırasını bekleyen aydınlığa doğru sürükledi.
Sonra uçup gittiler.

Sade bir kahvaltıdan sonra
Emre ve Mehmet'le buluşup
sahile gittik.
Çayımızı aldık.
Mehmet çayına attığı şekeri karıştırırken ve ben de çayımdan ilk yudumu alırken
Emre konuşmayı seçti:
-Sevmedi...
Bunu söylerken sesi titriyordu.
Tekrar titreyen sesiyle;
-Neden? dedi ve kirpikleri gözlerinden birer katre gözyaşını hür bıraktı.
-Emre ne oldu?
-Olmadı...
Emre kızaran yüzünü yere eğerek:
-Olmadı... Buradan taşındılar... Dün.

Kalbinin üzerinde taşıdığı bir beyaz kağıt çıkardı:
-Gitmeden önce de bana bunu verdi.

Kalbinin üzerinde taşıdığı bir beyaz kağıt çıkardı:-Gitmeden önce de bana bunu verdi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Üç Yalnız Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin