EMRE'DE GÜNBATIMI

89 15 29
                                    

  Dün onu ilk kez gördüğümde sanki hayatıma da ilk kez güneş doğmuştu. Simsiyah saçları ışık olmuştu bana.

  Okulda bütün gün onu düşündüm. Mehmet hâlimdeki değişikliği anlamıştı. Okul çıkışı yanıma gelip sebebini sorduğunda, ona:
-Orhan'ın bi' sarı saçlı kızda bulduğu ışığı, ben gece gibi simsiyah saçları olan bi' kızda buldum.
dedikten sonra Orhan da:
-Gece gibi siyah saçları olduğuna göre adı da 'Leyla' olmalı.
dedi gülümseyerek.

Mehmet de ortamıza girip, sağ kolunu Orhan'ın omzuna, sol kolunu da benim omzuma atıp:
-İsimlerin ne önemi var ki? Hem ne diyordu Shakespeare:
"Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz mıydı aynı güzellikte?"

  Kollarını omuzlarımızdan indirdi ve bize göz kırpıp evine gitti.

  Orhan'la da yol ayrımına geldiğimizde vedalaştık. İki alt sokaktaki evine doğru yol almaya başladı. Ben de evime doğru giderken, karşımdan bana doğru o ışığın geldiğini gördüm. Nasıl olur da  simsiyah saçları böylesine nur saçabiliyordu?

  Üniformasından onun, o siyah saçlı kızın, C... İlköretim Okulu'nda okuduğunu anladım. Yolun ortasında durup, efsunlanmış bir hâlde ona bakıyordum.

  Simsiyah saçlarını, iki yanına salmıştı. Omuzlarına kadar olan saçları dümdüzdü.

  Yanımdan geçerken bana gülümsedi. O incecik dudaklarıyla bana bir gülümsemesini bahşetmişti. Çok mu iyi bir insandım ki bu kadar çok mutlu olmayı haketmiştim?
Acaba başkasına mı gülümsedi?
Bakışlarımı ondan alamıyordum ki etrafıma bakınayım...
Ama zor da olsa bakındım: Kimse yoktu. Sokağın ortasında durmuş ben ve evine doğru giden o vardı.

  Ayak seslerini dinledim. O gittikçe ayak sesleri de gidiyordu. O simsiyah saçlarıyla birlikte aniden sokağın ortasında durdu. Arkasına doğru dönmeye başlarken, beni kendisini izlerken görmesinden utandığım için üst sokaktaki evime koştum.

Eve girdiğimde hızlıca üniformamı çıkardım. Siyah ama onun siyah saçları gibi ışık saçmayan ve bana mutluluk vermeyen eşofmanlarımı giydim. Balkona çıktım. Balkon, alt sokağa; demin onun geçtiği sokağa bakıyordu. Baktım: Onu ve o simsiyah saçlarını gördüm. Bir apartmanın önünde iki arkadaşıyla durmuş konuşuyordu. Onu izlemeye başladım. Orada o simsiyah saçlarıyla durmuş, sesini arkadaşlarına bahşediyordu.

  Birden önünde durdukları apartmandan küçük kardeşi çıktı. Elini tuttu. O an onun elini tutan küçük kardeşi olmak istedim. Tutardım ve hiç bırakmazdım.

  Dümdüz karşıya geçtiler. Herhalde aradaki boş arsadan geçip bizim sokaktaki parka götürecekti kardeşini. O sırada arkadaşlarından biri seslendi:
-İlknur! Yarın bize gelip bana yardım edeceksin! Unutma!

  Demek adı 'İlknur'du. Zaten o etrafına nur saçan saçları olan bir kıza, başka hangi isim konabilirdi ki?

  Adını öğrenme mutluluğuyla dışarı çıktım; belki parkta onu görürüm diye. Mahalleden arkadaşım olan Özkan'ı gördüm parkta. Yanına gittim. Özkan bana okulda arkadaşına yaptığı şakayı anlatırken gözlerim İlknur'u arıyordu. Yoktu.
Bir süre sonra Özkan gidince ben de eve geçtim.

  Onun hayaliyle hülyalanırken uyuyakalmışım.
Daha sonra bir hafta kadar onu göremedim.

  Bir gün evimizin karşısındaki parkta, Mehmet'le oturup, Orhan'ı beklemeye başladık.

  O sırada İlknur, iki arkadaşıyla parka girip en uçtaki bir bankta oturdular.

-Mehmet, sanki kalbim ilk defa atmaya başladı. Baksana saçlarına... Güneş mi etrafı aydınlatan yoksa onun saçları mı?

Mehmet bu soruma gülümsedi ve:
-Romeo, Juliet'i ilk gördüğünde ona aşık olur ve "Parıldamayı öğretiyor bütün meşalelere" demekten kendini alamaz. Juliet'e göre de Romeo: "Gecenin içinde gün ışığıdır"

-Sence o da benim için öyle düşünüyor mudur?

-Sana gülümsemesini, sana o bakışlarını gözlerine değdirmesini, sana o mutluluğu bahşettiğine göre...

Mehmet daha sözlerini bitirmemişti ki İlknur parktan çıkmış gidiyordu. Öylece bakakaldım. Görüş alanımdan çıkınca, o içimi ferahlatan, o dünyamı aydınlatan simsiyah saçlarını göremeyince her taraf kararmıştı. Etrafıma bakınırken Mehmet:
-Yine bulut geldi güneşin önüne.
deyince İlknur'un arkadaşlarından biri de önümüze gelmişti.
Kız o ince sesiyle bana:
-Bir arkadaşım var; adı Merve. Seninle çıkmak istiyor. dedi

Mehmet "İsimlerin ne önemi var ki?" demişti. Yanıldığını şu an anladım.

-Hayır. dedim kıza ve o da arkadaşının yanına gitti.
Sonra birlikte parkın yukarısındaki kapısından çıkıp gittiler.

  O sırada da Orhan yanımıza gelip oturdu. Yüzünde buruk bir gülümseme ile:
-Bugün bir kez daha onu görebilme saadetine erdim. dedi.

Orhan hep böyleydi: Sevdiğini hep uzaktan izlerdi. Onunla hiç konuşmaya çalışmazdı. Orhan'a göre aşık olduğu kız; her bakımdan tam bir kusursuzluğa sahip, yeryüzündeki bütün varlıklardan daha yüce bir varlıktı, kendisi ise öyle aşağılık bir yaratıktı ki, başkalarının ve sevdiği kızın onu evlenmeye layık biri olarak kabul edebilecekleri düşüncesi söz konusu bile olamazdı.

Mehmet, Orhan'a:
-Nerede gördün?

-Sizin yanınıza gelirken onların sokağından geçtim. Balkondaydı...

-Gecikmenin sebebi buydu demek. dedim.

-Evet geciktim. Ama n'apayım, sokağa ne zaman çıksam, ayaklarım beni onun sokağına götürüyor, onun ayaklarının değdiği yerlere basmak istiyor.

  O esnada küçük kardeşim yanımıza gelip, annemin beni çağırdığını, birlikte markete gideceğimizi söyledi.
Bizimkilere baktığımda Mehmet:
-Tamam sen anneciğine yardımcı ol. dedi.

...
  Aradan geçen bir haftada İlknur'u sadece üç kere görebildim.
Birinde annesiyle evlerine giriyordu. Çok kısa bir an da olsa, Orhan'ın deyimiyle onu görebilme saadetine erişmiştim.

  Bir sonraki görmem ise okuldan eve dönerken, sokağın başında arkadaşlarıyla konuşurkendi.
Uzaktan izledim.
Konuşurken ellerini sallayışı... Gülüşü... Şiir gibiydi.

  Son görüşüm ise markette olmuştu. O, kasada ödeme yaparken, bir reyonun önünde durup ona bakakalmıştım.

  O günden sonra da göremedim.
Perşembe okul çıkışı sokaklarının başında bekledim. O iki arkadaşı geldi. Ama İlknur yoktu. Hava bu yüzden kapalı olsa gerekti. İki kız yanımda durup, o gün parkta benimle konuşmuş olan ince sesli kız bana:
-Neden arkadaşımızın teklifini kabul etmedin? dedi.
-Ben başkasını, İlknur'u, o siyah saçlı kızı seviyorum.
-Merve dediğim kız oydu. Ama o gerçek adını söylettirmedi.

  Donakalmıştım. Nisan yağmuru çiselemeye başlayıp, yanaklarımı ıslatınca kendime gelmiştim. Kızlar gitmişti. Ben de İlknur'un evine gittim. Kapıda, onun çıkmasını bekleyecektim.

  Evlerinin karşısındaki kaldırıma oturdum. Başımı kaldırıp onların dairesine baktığımda; tül, perde hiç birşey yoktu. Sadece balkonun yanındaki pencerede beyaz bir kağıt asılıydı:

KİRALIK DAİRE
0212 4.. .. ..
05.. ... .. ..

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 30, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Üç Yalnız Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin