İkinci kez kimseye güvenemem. İkinci kez acı çekemem. İkinci kez cesaret edemem. Sevgi biraz da cesaret değil midir zaten? Ama ben bu sefer korkuyorum. Berke'yle bir kez daha görüşmek istemiyorum. Çünkü biliyorum ki yakınında olursam daha çok acı çekerim...
**BERKE
Yoruldum, ama bıkmadım. Onu seviyorum ve hep seveceğim. Kalbim, bugün onunla kesin konuşmaktan yana. Aklım da aksine sakın konuşma deyip duruyor. Terazimde tarttığımda konuşmak ağır basıyor...
Dalıp gittiğimi birisine çarptığımda fark ettim. Gözlerimi yerden ayırdığımda karşımda Ece'yi gördüm. Elim ayağıma dolaştı ne yapacağımı bilemedim. Bir süre sonra, özür dilemem gerektiğini fark ettim."Ö-özür dilerim." Umarım az önce kekeleyerek konuşan ben değilimdir derken daha kötü olan Ece'nin samimiyetsiz sesini duymam oldu "Önemli değil." dedi. "Nasılsın?" dediğimde sadece "İyi." dedi. "Yarın görüşebilir miyiz?" Lütfen evet de. Sadece bir kelime,lütfen. "Olur." dedi aynı samimiyetsizlikle. Yarın akşam üzeri bir sokak ilerideki kafede buluşmak üzere sözleştik.
Ece' yi daha önce hiç böyle görmemiştim. Derin acıların izleri duruyordu hala üzerinde ama sahte gülümsemeleriyle hep saklardı. Asla mutsuzluğunu insanlarla paylaşmazdı. Birilerine ihtiyacı olduğunu sezebiliyordum. Ama gidip "Bir derdin mi var?" demedim hiçbir zaman. Hep korkardım "Ne oldu?" sorusundan zaten. Bana söylenmesinden de hiç hoşlanmazdım. Acılarımı canlandırırdı çünkü. Aynı şeyleri tekrar yaşatırdı. Ece de böyle şeyler yaşıyor işte. Yardıma ihtiyacı var, biliyorum. Ama nasıl yardım edeceğim hakkında hiçbir fikrim yok...
13 saatlik bir uykudan sonra gözlerimin şişmesi çok da garip değildi aslında ama bugün için hiç hoş da değildi.
Sanırım daha önce ayna karşısında hiç bu kadar uzun süre kalmamıştım. Tamamen hazır olduğumu hissettiğimde buluşmaya yaklaşık 4 saat vardı. Önce film izlemeyi düşündüm. Çok geçmeden bu kararımdan vazgeçtim. Çünkü filmin etkisinden kolay kurtulamayacağımı biliyordum. Dört saat ne yapacağımı düşünürken Ece aradı. Bugün gelemeyeceğini, buluşmayı yarına ertelemek istediğini söyledi. "Hayır, bugün konuşmak zorundayız." demek istedim. Ama sadece "Peki." diyebildim...
**ECE
Süpürge sesiyle uyandım ve saat sadece sekiz. Ablam uyanır uyanmaz süpürgeye sarılarak sabrımın sınırlarını ölçmek istiyor sanırım. Aşağı indiğimde ablamı şarkı söylerken buldum. Hiç alışkanlığı değildir aslında. "Sen hazır değil misin? Abim yarım saate kadar burada olur." dediğinde daha önce hiç şaşırmadığım kadar şaşırdım.Abim Amerika' ya babam tarafından cezalandırılarak gönderilmişti. Çünkü abim yapmaması gereken aşık olma duygusunu tatmıştı. O başarılı bir iş adamı olmalıydı. Hayatında duygulara asla yer yoktu. Babam kafasını toplaması için Amerika' ya gitmesini istedi. Abim babama hayır diyemeyecek kadar yorgun, gözyaşlarına sus diyemeyecek kadar da umutsuzdu. Elinden gelen valizine acılarını doldurup gitmekti. Ve şimdi abimin geleceğini öğrendim. Aslında büyük bir mutluluktu bu benim için. Abim geliyordu. Kendimi yalnız hissettiğimde, güvende olmadığımı hissettiğimde abim birden ortaya çıkardı. Moralim yerine gelene kadar konuşur, kalbime acı veren şeyi düşünmeme izin vermez, kaçmamı sağlardı...
Abimi çok özlediğimi hissediyordum. Bir an önce sarılmak istiyordum ona. Az sonra kapı çaldı. İkimizde kapı açmaktan nefret ederken adeta yarışa girdik kapıyı açabilmek için ablamla. Kapıyı açtığımda elde kocaman bir hayal kırıklığı vardı. Abimin Amerika'ya gönderilmesine sebep olan İmge karşımda duruyordu. Oldum olası o kızdan nefret ederdim. Evet, biliyorum onun hiçbir suçu yok. Ama nefret ediyorum işte.
İmge' ye abim gelene kadar katlanamayacağımı düşünüp yukarı çıktım. Kulaklığımı takıp en sevdiğim şarkılardan birini açtım. İşte bunu çok seviyordum. İnsanlardan uzaklaşmamı sağlıyordu çünkü. Duygularımın dünyasına iniyordum. Benim dünyam orası. Bana ait...