Ölü Aşıklar Sokağındaki Vampir-Birinci Kısım-

93 11 15
                                    

ÖLÜ AŞIKLAR SOKAĞINDAKİ VAMPİR

Nemliydi bu gece hava. Kasveti ağır ağır çökmüştü karanlık yola. Kimsecikler yoktu yine bu sokakta. Ve kimsecikler olmayan sokağın bu terk edilmiş köyünde, tek yaşayan canlıydı Josef. Yine birinin geçmesini bekliyordu, köyün bu yol geçen sokağındaki evinden. Kurumuştu kursağında açlık, bir akbaba gibi zorlanmasına sebep oluyordu yutkunurken. Kazanda kaynaya kaynaya bitmişti sular, gaz lambalarındaki gaz azaldığından cılızlaşmıştı ışıklar.

Yağmur başladı gök yüzünde. Önce birkaç damla düştü kuru toprağa. Ardından hızını alamayıp deli gibi yağdı parlak billur damlacıklar. Yağmur geceyi çiselendirdi, toprak saldı ıslak kokusunu etrafa.

Sırtında yüküyle karanlık yolun ufkunda, bir suliet belirdi o an. Cam kenarına tünemiş Josef, dikleştirdi sırtını. Mavi gözlerinin kenarlarındaki kırmızılıklar, bir canlandı, solgun dudakları heyecanla aralandı. 

Bir yolcu... Yağmurdan sığınması için tek yolu vardı; o da terk edilmiş evlere kaçmak yerine içeride ışığı yanan sıcacık bir evdi!

Josef cam kenarından ayrılıp düzeltti fiyakalı yeleğini. Kol düğmeleri kopmak üzereydi. Bir ara dikmeliydi. Pantolonu da çok tozlanmıştı. Pis Josef! Misafirini böyle mi karşılayacaktı? Ne biçim bir beyefendiydi? Oldukça yağlı, uzun siyah saçlarını yatıştırdı elleriyle, kafasına bir silindir şapka yerleştirdi. Yok canım. Kim gece gece evinde silindir şapka takardı? Atıverdi şapkayı koltuğun arkasına. Pantolonunu silkelerken, kapısı tıklandı!

Yolcu, sırtındaki yükü ayaklarının dibine indirmiş, cebinden çıkardığı işlemeli mendille silmekteydi burnunun ucundan damlayan yağmur suyunu. Evin tahta kapısı gıcırdayarak açılırken, tıkıştırdı aceleyle mendili yeleğinin saat cebine. Düzeltti ceketini.

"İyi akşamlar... Rahatsız etmiyorum ya?" diye sordu.

Evin sahibi öncelikle onu ayak ucundan tepesine kadar süzmekle meşguldü. En son sevinçli gözleri, gözleriyle buluştu.

"Lafı bile olmaz. Çok yağmur yağıyor. İçeri geçin."

Genç bir yolcuydu. Bir hayli genç. Tazeydi bu yüzden. Tatlı kokuyordu. Josef yutkundu sabırsızlıkla. Kazana yeni su eklemesine gerek kalmamıştı. Kurtulmuştu artık saf su içmekten.

Misafirini en rahat koltuğa otutturdu Josef. İtinayla koydu önüne çikolatalı kurabiyeleri. Bunları her zaman misafirleri için saklardı.

Duvar köşelerindeki örümcekler evin içindeki fazla hareketten dolayı evlerini terk edip, kaçışıverdi kuytu deliklerine. Misafir, eve, gözlerindeki sıcak çikolata rengi kadar sıcaklık ve üzerindeki tatlı koku kadar da hareketlilik getirmişti. Kemerli silindir şapkasını çıkarıp sehpaya bıraktığında bir kasırga etkisi gibi saçıldı dalga dalga kıvırcık saçları. Omuzlarına döküldü kıpkırmızı bukleleri. Koyu kahve gözlerinin kenarlarından ok gibi fırlayan turuncu kirpikleri, uzun saçlarıyla yarışıyordu adeta. Düşüyordu yüzünün elmacık kemiklerine gölgeleri. Teni ise... Ah, o leziz beyaz teni...

Josef onu bir kez daha böylesine süzerken, yutkundu bu kısımda. Engel olamadı ağzının suyuna. Açlığı çok sınırlardaydı, beslenmemişti günlerdir. Arzuluyordu  sıcak bir vücudu. Sabırsızlık fısıldıyordu huyuna.

"Teşekkürler." dedi genç adam gülümseyerek. Gamzeleri gök kırptı çillerle süslü bembeyaz yanaklarında. Josef bir hizmetkar gibi ellerini birleştirip, eğildi öne.

"Ben masayı hazırlayayım. Açsınızdır. Adınız neydi?"

"Einar Wegener. Siz?" Bu yolcu ne çok güler yüzlüydü!

"Josef Vikander. Evime hoşgeldiniz Bay Wegener. Rahatınıza bakın."
Josef, düğmeleri iliksiz yeleğini uçurarak topuklarında dönüp gitti salonun mutfak kısmına. Pek düzenli yemek masası tam ortadaydı ağaçtan bozma haliyle. Bir hizmetkar havasında dizdi masaya kar kadar beyaz tabakları, tam ortalarına yerleştirdi gül çörekleri. Doldurdu kupalara sıcak şarap. Yaktı şamdanlardaki mumları. Baktı misafire, sanki bir serap!

Masa daha aydınlıktı artık. Parlıyordu tabak kenarlarında sarı ışıklar, oynaşıyordu masa örtüsünde gölgeleri.
Misafir Einar, başladı masa etrafında gezinmeye, zarif elini sandalye tahtalarına sürterken... Duyuldu yumuşak tondan zarif kelamı...

"Bu kasabada neden sadece siz yaşıyorsunuz Bay Vikander? Gördüğüm kadarıyla buradan başka bir evde yaşama belirtisi yoktu."

Genç adam yaklaştıkça Josef'e, sarıyordu teninin sıcak kokusu onu. Bir başladı gerilmeye, durdurana aşk olsun!

"Eee... Yedim!"

Cümlesini derhal değiştirmeliydi aç vampir. Gözleri yuvalarında fıldır fıldır döndü, bardakları telaşlıca yerleştirirken;
"Ben akşam yemeği yedim fakat size eşlik edeceğim Bay Wegener." Cevaplamalıydı sorusunu. Yoksa şüphelenirdi esas akşam yemeği!

Masaya oturdular. Çöreğini ortadan ikiye bölen Josef, düşünceli bir tavırla parmak uçlarıyla yoluyordu çöreğinin içini, şimdiden oluşmuştu hendek çukuru gibi. Derin bir iç çekip tarihe geçmemiş fasılı koyuldu beyan etmeye.

"Çok yokluk oldu bu köyde. Fakirlik diz boyu. Çalışmaya diye şehre göç ettiler. Damatlar iyi bir iş istiyor, gelinler de varlık içinde bebek büyütmek... Yaşlılar da pek geri kalmadı doğrusu." Şarap dolu kupayı eline alıp götürürken dudaklarına, söylediklerine misafirinin vereceği tepkiyi gözlemlemek adına, çaktırmadan atıverdi can alıcı bakışını ona.

Bir hanımefendi gibi, pek usturuplu oturmuş, minik minik koparıp çöreğini, ağzına atan kızıl saçlı delikanlı;  Bir meleğinki kadar güzel gözlerini, çevirdi ev sahibine ve belirtti üzgün tavrını.
"Sizin burada tek kalmış olmanıza üzüldüm Bay Vikander." Yoksulluğun belirtisi olan kuru çöreğe bakmaktaydı  hüzünlüce. Görünen o ki duygusal bir beyefendiydi bu genç delikanlı hallice. Pek de düşünür kişilikteydi haliyle. Cebinden çıkarıp koyuverdi içinde dolu altın bir kese.

"Hayır, hayır. Hiç gereği yok." itirazında bulundu Josef fakat misafir dinlemedi onu. Konunun derinliğine daldı iyice.

"Beni misafir edişinizin bir karşılığı olsun efendim. Çörek çok leziz. Eviniz sıcak. Teşekkürlerimi böyle sunmak istedim."

Aman ne tuhaf! Bu genç şimdi de sefil Josef'e hitap edivermişti efendi şeklinde. Genç oğlanı gittikçe esrarlaşmakta olan bakışlarıyla süzdü derince; O gerçek bir ilgiyle yiyordu çöreğini. Parmak uçları sanki bu işi yapmalı diye yaratılmıştı. Ah o izlenilesi zarifliği ile kupayı dudaklarına götürüp şarabını içişi yok mu! Kızarmaya yön tutan dolgun dudaklarına nasıl da yakışmıştı tatlı şarap. Yanakları da gül rengine çalmaya başlayınca, oğlanın ısınan kanına tepkisini gerilerek verdi sefil Josef. Ricasını etmemişti hala. Oğlanın üstün iyiliği karşısında kalmıştı küstahça. Dudaklarını yalayıp boğazını temizlediğinde biraz öne eğildi masada.

"Çok incesiniz Bay Wegener. Fakat ben... ben ne efendiyim, ne de sefil. Lütfen, o keseyi cebinize atınız."

Biraz bozuldu misafir Einar. Bir kese altını kim kabul etmezdi? Tuhaftı ev sahibi. Bakışlarını ona çevirip cüretle baktı adama.

"Bu bir teşekkür Bay Vikander. Geri çevirme lüksünüz yok." Aldı keseyi eline, bıraktı biraz daha ileri.

Sahi niye bu kadar takmıştı bunu Josef? Ne önem yüklüyordu on dakika sonra ölecek birinin sözlerine? İstese sevinçten masaya çıkıp oynardı. Ya da onu şu masaya yatırıp öperdi!

İblis aşkına. O da neydi öyle? Düşünmüş müydü bunu gerçekten Josef? Neyin nesiydi öpmek? Aklını korusun iblisler. Düşünceleri başa belaydı karısızlıktan. Özellikle taze bir oğlanın karşısında bu kadar aç iken. Oğlandı yahu! Hani şu çüklü olandan.

Josef! Josef! Aklını kaçıran Josef! Sapık Josef!

Ölü Aşıklar Sokağındaki VampirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin