Bölüm 2 | Kabus!

483 24 12
                                    

"Beni duyuyor musun?"
"Ne yapacağız şimdi?"
"İyi misin?"

Cooper ailesi şehirden 10 km uzaklıkta küçük bir kasabada yaşamaktaydı. Jack'in babası Robert çiftçilikle uğraşıyordu. Annesi Mary genellikle Jack'in küçük kız kardeşi Diana'yla ilgileniyor ve arada Robert'a yardım ediyordu.
Jack küçük yaşlardan beri bilime ilgi duyuyor ancak babası onun iyi bir çiftçi olacağını düşünüyordu. Jack zamanla babası Robert'ın isteği üzerine bitkiler üzerinde araştırmalar yapmaya başladı ve bilimle çiftçiliği kafasında harmanladı. 20 yaşına geldiğinde Ziraat Mühendisliğini kazandı ve çok başarılı bir mühendis olma yolunda koşarak ilerliyordu. Ta ki o kazaya kadar!

Güneşli bir yaz sabahı Cooper ailesi kahvaltı sofrasına toplanmak üzereydi.

"Jack hadi nerede kaldın?"
"Geliyorum anne"

Jack'in annesi Mary her zaman ki gibi mükemmel bir sofra hazırlamıştı. Kimse daha masada değildi. Jack yemek masasının yanına geldiğinde "Oh! Yine mükemmel bir sabah yemeği böyle bir güne uyanmadığımda ne yapacağım ben!" Diye annesinden övgüyle bahsetti ve masaya doğru yöneldi. Annesi tebessüm edip "İleride ben olmayacağım alışmalısın" deyip tabakları masaya koymaya devam etti. Jack masaya oturduğunda etraf birden karardı, sofradaki yemek tabakları birden boşaldı. Jack korkmuş bir ses tonuyla "neler oluyor!" Diye bağırdı. Annesi mutfakta sanki hiç birşey olmamış gibi işlerini yapıyor ve bir şeyler mırıldanıyordu. Jack "Anne!" "Anne!" Diye iki defa seslendi ancak annesi cevap vermedi. Ters giden birşeyler vardı. Jack masadan kalkıp annesine doğru yöneldi. Arkasından gelip kolunu tuttu ve kendine çevirdi. "Lanet olsun!" Annesi değildi o. Yüzü parçalanmış, hiç bir şeye benzemeyen bir yaratık Jack'e doğru bakıyor ve "Yolun sonuna geldin Cooper" diyordu. Jack çok korkmuştu. Hemen oradan kaçmak için bir hamle yapmayı denedi. Ancak yaratık onu tutup yakalamıştı ve elinde bıçakla Jack'e vurmaya çalışıyordu. Jack "Hayır yapma lütfen hayır!" Diye bağırırken bir anda kendini hastanede bir odada buldu.
Kan ter içinde uyanmıştı ve yaşadıkları sanki gerçekmiş gibi hala yüzü korku doluydu. Kendine geldiğinde "Lanet bir rüyaymış. Ancak acele etmezsem sanırım sonum böyle olacak!" Diye düşündü.

Uyandığında hava kararmak üzereydi ve artık yola koyulması gerekiyordu. Apar topar odadan çıktı.Odadan çıktığında çok savunmasız ve dirençsiz olduğunu anlayınca ölen siyahlı adamdan kendini savunabileceği birşeyler alabileceğini düşündü ve o odaya doğru yöneldi. Odaya girip ölen adamın üstünü aramaya başladı. Adamın montunun cebinde " City of Greenplateau" diye bir yere ait bir kimliğe ve bir haritaya rastladı. Orası da neresiydi? Daha önce öyle bir yeri hiç duymamıştı.Kimlikte adamın ismi ve görevi yazıyordu. İsminin Jeff olduğu ve dünyada yaşayan insanları görev yerlerine götürmekle görevli olduğu yazıyordu. Amaç neydi? Neden insanları bir yere götürüyorlardı? İyi birilerine de benzemiyorlardı. Jack iyice meraklandı. Kimliği bırakıp haritaya inceledi. Harita bu şehrin planlamasıydı ancak şehir ve yerleşim yerlerindeki isimler farklıydı. Anlaşılan bir güç vardı ve dünyanın yönetimini onlar devralmıştı. Jack haritayı incelemeye devam etti. Haritada bir kaç yer işaretlenmiş ve anlaşılması güç bir adres tarif edilmişti. Belki de insanları bu adrese götürüyorlardı. 

1994 Fairview Dr # 16
Greenplateau city, EK 00026

"Ya ailem de oradaysa?" Diye düşündü Jack. Bir seçim yapmalıydı. Hastaneden çıkıp ya evine gidecek yada bu adresi bulacaktı. Hastane şehirden uzak ve Jack'in hiç bilmediği yerdeydi. Jack'in hemen karar vermesi lazımdı çünkü fazla vakti yoktu. Bilmediği bu yerden evini bulmanın zor olacağını ve haritayla bu adrese gitmenin daha kolay olacağını düşünüp adamın üstündeki silahı, haritayı ve kimliğini çantasına koyup odadan çıktı. Merdivenlerden hızlı hızlı aşağıya indi. Ancak çok yüksekte olduğu için sanki merdivenlerden sonsuza dek inecekmiş gibi hissetti. Ancak bir an önce buradan çıkmalıydı. Fazla vakti yoktu. Acaba dışarısı ne haldeydi? Uzun bir yürümenin ardından nihayetinde ilk kata varabilmişti. Kapının önü koltukla ve bir kaç masa ile açılmayacak şekilde desteklenmiş sanki dışarıdan birilerinin girmemesi için yapılmış gibiydi. Jack koltuğu ve masayı kapının önünden çekip kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Hava karanlıktı ve etraf pek gözükmüyordu. Hastanenin etrafı ormanla çevriliydi. Anlaşılan buradan uzaklaşmak zor olacaktı. Bir araba bulup gideceği adrese o şekilde gitmeliydi. Yola çıkmaya karar verdi. Belki birileri geçip onu gideceği yere bırakabilirdi. Ancak tam yola koyulacağı sırada ormandan bir ışık geldiğini farketti. Ne olduğunu merak etti. Belki yardım edebilecek birilerini bulabilirdi. Ancak aklına hastanede olanlar geldi ve daha temkinli hareket etmesi gerektiğini düşündü.

Ormana, ışığın geldiği yöne doğru gitmeye karar verdi. Her adımında ışığa biraz daha yaklaşıyor ancak ne olduğu hakkında pek bir fikri yoktu. Sonunda ışığın geldiği yere vardı. Işık bir oduncu kulübesinden geliyordu. Dikkatli bir şekilde kulübenin yanına yaklaştı. İçerde ne olduğunu kontrol etmek için gizlice pencereden baktı. İçeride yaşlı bir adam tek başına oturuyor ve birşeyler mırıldanıyordu. Yaşlı adam iyi birine benziyordu. Jack kapıyı çalmaya karar verdi ancak yine de dikkatliydi. Böyle bir durumda kimseye güvenmemeliydi. Kapıya doğru yöneldi. Kapıyı yavaşça tıklattı. Yaşlı adam bağırarak " İstediğinizi almadınız mı daha ne istiyorsunuz?" Diye söylendi içeriden. Jack " Bayım ben karşıdaki hastaneden geliyorum. Yardıma ihtiyacım var. Lütfen bana yardım edin" dediği anda yaşlı adam sert bir şekilde "Defol git buradan! Yoksa seni öldürmek zorunda kalacağım" diye söylendi. Jack şu an tek şansının bu yaşlı adam olduğunu bu yüzden bu fırsatı kaçırmaması gerektiğini düşünüp bir kez daha denedi.
"İki senedir bitkisel hayattayım. Uyandığımda herşey değişmişti. Ne olup bittiği hakkında bir fikrim yok lütfen bana yardım edin kimsem yok" deyip adamdan onu içeri alması için bekledi. İçeriden kapıya doğru adım sesleri geldi. Yaşlı adam yumuşamış olacak ki kapıyı açtı. "Gir içeri ancak yanlış bir hareketinde endişelenecek bir hayatın olmaz evlat" deyip Jack'i içeri aldı.

Jack ilk kez kendini bu kadar güvende hissetmiş olacak ki yüzündeki o korku ifadesi gitmiş, yerini mutlu bir ifade almıştı. Ne de olsa uyandığından beri ilk defa biriyle konuşuyordu. Jack içinde bunları yaşarken yaşlı adam araya girdi. "Adım Logan. Dünya bu hale geldiğinde eşim Autumn ile birlikte bu kulübedeydik. Geçen sene onu kaybettim ve o günden beri yalnız yaşıyorum." diyerek üzgün bir şekilde mutfağa doğru yöneldi. "Karnın aç olmalı sana birşeyler getireyim." Dedi ve Mutfakta kalan bir kaç konserveden birini çıkartıp Jack'e uzattı. Jack o kadar acıkmıştı ki bi hamlede yemeğini silip süpürdü. Karnı doyduğunda "Greenplateau city adında bir yer varmış. Ailem orada olabilir. Oraya gitmem gerek." diye Logan'dan yardım istedi.

"Oraya gitmek çok tehlikeli. Şehrin etrafı dışarıdan çok iyi korunuyor ve oraya girdiğin an yem olursun."
"Gitmem gerek."
" Peki git.Ancak benden gelmemi isteme. Ömrümün geri kalanını bu kulübede geçirmek istiyorum. Yanına silahlarımdan birini ve aracımı alabilirsin."
Jack, Logan'ın bu yardımından dolayı çok mutlu oldu. "Teşekkür ederim bayım size minnettarım!" Deyip "Peki en önemlisi burada ne oldu? Dünya neden bu halde?" Diye Konuşmasına devam etti. Logan iki elini yüzüne götürüp "Dünyanın sonu geldi evlat. Devlet tarafından yapılan bir deney sonucu çok güçlü bir virüs tüm dünyaya dağıldı ve herşey aniden yok oldu. Bu gördüğün yeşillikler, ormanlar da kısa süre sonra yok olacak!" Jack korkmuş bir ifadeyle "Bunu durdurmanın bir yolu olmalı!" Dedi. Logan "Malesef yok evlat olanları izlemekten başka ve kaçmaktan başka çaremiz yok!"
"Kaçtığımız şey ne?"
"Greenplateau City'nin askerleri."
"İyi birilerine benzemediklerini biliyorum. Ve İnsanları zorla oraya götürdükleri dışında da başka birşey bilmiyorum."
Logan korku dolu bir ifadeyle " Bilmen gereken daha fazla şey var evlat. Oraya gitmek hakkında kararın değişir mi bilmem ancak oraya insanları zorla götürmek dışında o götürdükleri insanlarla beslenen bir şehir orası." Dediğinde Jack korkmuştu. "Olamaz! Ailem orada olabilir. Ya yem oldularsa !" Deyip gözünden iki damla yaş aktı. Korkmuş ve şaşkın haldeydi. "Gitmeliyim yaşıyor olabilirler." Diye atıldı tekrar.
"Korkarım evlat. Korkarım çoktan ölmüştürler. Eşim Autumn'u da onlar öldürdü."
"Peki sen nasıl kurtuldun?" Diye atıldı Jack.
"Kurtulmadım, kaçacak bir yerim olmadığı için beni de almaya geleceklerini söylediler ve şimdilik bıraktılar ki zaten Autumn öldükten sonra benim yaşamamın da bir anlamı yok." Diyerek umutsuz bir şekilde kafasını eğdi.
"Bu kadar kolay pes edemezsin Logan. Savaşmalıyız. Bir şekilde bu gidişatı durdurmalıyız"
"Evlat bir orduyla iki kişi savaşamazsın bunu yapamayız. Benim sonum onlara yem olmak, sen başının çaresine bakmalısın." Diye konuştu Logan. "Artık yatıp dinlenmelisin ve sabah erkenden yola çıkmalısın."
Jack odaya geçti ve yaşananları düşünürken kısa süre sonra uykuya daldı.

"İçeride başka biri daha var efendim!"
"Bakın içeri."
Jack bir anda bu konuşmalarla uyandı ve adım seslerinin yaklaştığını farketti. Sanırım Logan'ı almaya gelen askerlerdi. Bir şeyler yapmalıydı. Kendisini bulmamalıydılar. Yoksa işin içinden çıkması zor olacaktı. Peki nasıl? Ne yapmalıydı?

2.BÖLÜMÜN SONU
Üçüncü bölüme geçebilirsiniz

MÜHENDİSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin