1

2.8K 181 26
                                    

Hava serindi. Genç kız Kayseri'den uçakla Ordu-Giresun Havalimanı'na geçmişti.  Nereye gittiğini biliyor olsa da, neden gittiğini bilmiyordu. Dedesi çoğu zaman; "Bazı yolcuklara fazla anlam yüklememek gerek." derdi. Sadece giderdin, belki de gitmeliydin, gitmen gerekirdi. Bazen kader seni, çıktığın bir yolculukta pişmanlıklara sürükleyebilirdi. Tırmandığın dağın bir uçuruma gebe kaldığını çok zaman sonra öğrenebilirdin ve çoğu zaman o telaş içinde uçurumun önünü açtığı o seyirlik manzarayı göremezdin.

Her seyahat bi şey öğretirdi dedesine göre, en azından yolları öğrenirdin. Bir daha aynı hataları yapmama konusunda yol, yordam öğrenirdin.

Berrak kısa süren uçak yolculuğu boyunca onu nelerin beklediğini, neler öğreneceğini merak etti. İnsan birkaç günde neler öğrenebilirdi, onu da zaman gösterecekti.

Uçak inişe geçtiğinde bu yolculuğun ona yalnızlığı da öğretebileceğini fark etti. En değerli dostu, sırdaşı dedesi de yeni bir yolcuğa çıkmıştı ve giderken ona ölümün en sevdiklerimizin bile başına gelebileceğini öğretmişti.  Berrak için o saatten sonra ölüm; yanlızlık demek gibiydi ancak yalnızlığa bir isim bulamıyordu.

Henüz 19 yaşındaydı. Üniversite sınavında isteği puanı tutturamamış ve yeniden özel ders almaya başlamıştı. Dokuz ay önce dedesinin ölümüyse her şeyi daha da zorlaştırmıştı. Ailesiyle arasına adeta görünmez bir duvar örülmüştü ve kimse o duvarı yıkmak için çabalamamıştı. Dedesinin odasına aylarca kimse girmemiş, vasiyeti kimse tarafından umursanmamıştı. Berrak'sa buna daha fazla katlanamayacağını hissetmiş ve kararını açıklamıştı. Dedesinin köyüne gidip, emaneti sahibine teslim edecekti. 

Bu süreçte yalnız bırakıldığını ise çok geçmeden fark etti. Zira babası onu bu karışık yolculuğunda yanlız bırakmıştı. Annesi evden ayrılırken sırtını pohpohlamış; "İşini çabuk bitir, uçak biletini yakma e mi yavrum." diye sade bir nasihatte bulunmuştu. Avaz avaz bağırmak isterken sadece "Tamam" diyebilmişti. Babasıysa araya kaynak yapmıştı; "Özel ders ücretlerin zaten belimi büküyor, oyalanma, dönüşü kaçırma. Vedat Bey'i ayın onikisinde derse çağırdım, yanmasın onca para. E mi kızım?"

E mi kızım sözcüğünün ardında bile kocaman bir ünlem işareti vardı ve Berrak her isyankâr genç kız gibi tepinerek "Geri dönmicem işte!" diye bağırmak istese de; dudaklarından sadece iki kelime çıkabilmişti. "Tamam Baba."

Uçak biletleri gidiş-dönüş alınmış, hesabına gerektiği kadar para yatmıştı, hepsi o kadardı. Ne bir hısım - akraba, ne de bir dost kapısı önerilmişti. Sıkıntı yaşadığında ulaşabileceği bir telefon numarası bile yoktu. Köye vardığında nerede kalabileceğini dahi bilmiyordu, Ayşe Hala dışında tek isim bilmiyordu.

Üstelik sırtında taşıdığı yük hafif olduğu kadar, can sıkıcıydı. Dedesinden kalan son anıları da elinden alınıyor gibi hissediyordu. Ölmeden önce o kırışık parmaklarıyla Berrak'ın yanağını okşamıştı ve yaşlılara has, o titrek sesiyle ve kesik nefesine rağmen uzun uzun konuşmuştu.

 "Kuzum, oy benim oğlan  olmak üzereyken kız doğan kuzum. İlk göz ağrım. Çocuklarımdan çok zaman sonra merhameti sen öğrettin bana yavrum. Ağlama... beni iyi dinle sana bir sır vereceğim. Zaman kalmadı, ölüyorum. Arkamda birtek bacım var sizden sonra. Senelerdir yüzüne bakamadığım, aşından tadamadığım bacım."

Sonra gözlerini kapatıp derin derin soluklanmıştı yaşlı adam. Nefeslerinin sayılı olduğunun farkındaymış gibiydi.

"Beni iyi dinle canparem. Bir vasiyetim var, vasiyetimi anana da bildirdim ama umursayacağını pek sanmam. O nedenle sen de bil dedim. Mahsur yok. Hem nasılsa bir gün öğreneceksin, doğru yoldan, benden öğren. Cenazem köye gidemeyecek biliyorum. O senin pinti baban paraya kıyıp araba tutmaz. Tutsa da vasiyetime sahip çıkmaz. Varsın buraya gömüleyim. 

Cesur GüzelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin