Evde görüşürüz; tabii böyle bir şey mümkünse. Kestirmeleri kullanarak eve döndüm. Çantamı ve Albert Camus'u alarak yola koyuldum. Vakti gelmişti. Hava sıcaktı, yolun ortasında durup şortu çektim ve terliklerimi giydim. Gidecek yerim yok sanıyordum; oysa şimdi her köşe başı benimdi.
Kaya bir seferinde: "En büyük düşmanımızdan kurtulursak asıl özgürlüğü elde ederiz," demişti. Gerçi bunu babası için söylemişti. Onun boğazına bir bıçakla dayanacağı günün özlemini çekiyordu. Belki çoktan mahpusa düşmüştür. Kim bilir?
En sevdiğim köprüye gideceğim. Köprünün altında bizim eskiler kalıyordur. Biraz kafayı çeker bundan sonra ne yapacağıma karar veririm. Işıklı kaldırımlarda yürüdüm, hızlı adımlarla geniş caddedeki kalabalığa karıştım. Dilencilere para vermedim. Yol soranlara gidecekleri yeri tarif ettim. Çakmak isteyenlerin sigarasını yaktım. Köprü altına vardığımda gençlerin ve ihtiyarların koyu bir sohbet içinde olduklarını fark ettim. Bir süre sessizce dinledim. Ülke meselelerinden, dinden, felsefeden ve kadınlardan oluşan çok yönlü sohbetlerini hayranlıkla dinledim. Benim orada olduğumu ilk Mozart Yasin gördü. "Vay Mete ağabey! Nerelerdeydin sen? Gel şöyle ışığa da yüzünü görelim!"
"Mozart, kocaman adam olmuşsun sen," diyerek kucakladım genç oğlanı.
"Yine evsiz kaldık, yoksa kaşına gözüne vurgun değilim senin."
"Hoş geldin," dedi gençlerin şefi. Hepsine sarıldım, öptüm.
"Ağabey, senin yatağı kimseye vermedik. Hemen seriyorum," dedi Mozart. Eli çabuk bir çocuktu, bütün semt ondan sorulurdu. Delikanlıydı. Şefle takıştığı zamanlarda bende kalırdı. Hazırladığı yatağıma oturdum. Ateşi harladılar ve elime şarap şişesini tutuşturdular. Mozart bağlamasını alıp çalmaya başladı.
Aşık Veysel'den bir parçaydı. Hep beraber eşlik ettik, güzelliğin on par' etmez, bu bendeki aşk olmasa.
Mozart Yasin'in Allah vergisi sesi vardı; dokunaklıydı ve ayrıca en kalın erkek sesine sahipti. İncecik gövdesi ve hastalıklı yüzüyle bu ses arasında müthiş bir zıtlık vardı. Ona Mozart lakabını bizzat ben vermiştim. Birisi de bizim buraların Mozart'ı olacaksa o da Yasin olmalıydı. Ona Mozart'tan bahsedince çok hoşuna gitmişti. Kısa sürede kendi lakabını bütün semte yaydı.
Müzik bitince Şef:
"Bu sefer seni öyle çabuk bırakmayız," dedi. "Umarım sabah kimse kalkmadan
tüymezsin!"
"Tüymem Şef. Bu sefer uzun kalacağım, ne kadar olduğunu ben de tam olarak bilemiyorum. Zaman gösterecek bunu."
"O zaman uyuyup dinlen sen. Gözlerinden uyku akıyor. Sabah biz işe çıkarız, çocuklara söylerim sana kahvaltılık ayırırlar. Közün üstüne çayını koyarsın; peynir, ekmek, domates Allah ne verdiyse şöyle Boğaz manzaralı kahvaltı yaparsın."
"Eyvallah Şef. Bu iyiliğini unutmayacağım," dedim güler yüzlü ihtiyara.
"Bize verdiğin bedava felsefe derslerini unutmuş değiliz. Sana biraz olsun faydamız dokunacaksa ne mutlu bize. Hadi Allah rahatlık versin."
"Allah rahatlık versin Şef. Allah rahatlık versin çocuklar,"
"Allah rahatlık versin Mete ağabey."
Şef, ellili yaşlarındaydı. Beyaz sakalı, zayıf gövdesi ve çökmüş omuzlarına rağmen çok atik ve güçlüydü. Yeni kuşaktan hoşlanmaz onları kancıklıkla suçlardı. Devrin değişimine ayak uyduramayan büyüklerimiz gibiydi. Gençlerle arada bir atışırdı; ama herkes ona saygı duyar, sözünden çıkmazlardı. Hepsinin manevi babası sayılırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİGARAMA DOKUNAN TANRI
SpiritualKimisi hayatın ona sunduklarıyla yetinir, kimisi yetinemez ve kimisi de: "Hepsinin Canı Cehenneme," der. Bu hikaye üçüncü grubu anlatıyor. "Aslında benim ne istediğimi biliyor musun? Hepinizin canı cehenneme!Rahatlık, sakinlik istiyorum! Kendi huzur...