yoongi, küçük kulübenin önünde bağdaş kurmuş oturuyor ve kendisine doğru gelen aşkını izliyor. gözlerini bir kez bile kırpmıyor onu izlerken, ah nasıl kırpsın? bedeninden dolup taşan binlerce kelebek yeterince kanat çırpıyor.
daha fazla ten çarpışmasına gerek yok.
jimin, sevgilisinin -bu kelimeyi kullanmayı seviyor- oturduğu gri, eskimiş kumaşın üstüne oturuyor ve yoongi'nin elindeki kurumuş kağıtlara bakmaya çalışıyor. lakin yoongi çok kararlı ve onun bakmasına izin vermiyor.
jimin vaz geçtiğinde ozon tabakası gibi bir hava bulutu ile kaplı olmayan gezegenlerinin uzay boşluğuna gözünü dikiyor. kafasını yoongi'nin ince bacaklarına koyup kokusunu yeterince alabilecek derece yaklaştığında emin olduğunda. çünkü yoongi'yi her dakika daha da yakınında hissetmek istiyor.
"bugün hangi şiir var sırada?" diye soruyor, gözlerini boşluk dolu hayallere kapatıp yağmuru düşlerken.
"pablo neruda," diyor, o kalın ve takdire şayan sesiyle yoongi. "la desdichada."
"daha önce okumadım," dediğinde jimin, biraz utanmış biraz cahil hissediyor kendini.
"sorun değil, sevgilim." diye fısıldıyor yoongi, yırtık kağıtları düzenleyip sıraya koyduğunda. "sana ben okuyacağım."
jimin bir kedi gibi mırlıyor ve hülyalı sesi duymak için adım adım sayıyor. tırnaklarını kemirmemek için zor duruyor halbuki biliyor ki sevdiği adam parmaklarına pek saygı göstermiyor. neyse ki kafasının içindeki kargaşa dizginleşiyor, bulutlar birbiri ile buluşuyor ve yoongi'nin sesi doğaya hakim oluyor.
"kapıda beklerken bıraktım onu,
gittim, dönmedim bir dahao, dönmeyeceğimi bilemedi.
bir köpek geçti, bir rahibe,
bir hafta geçti, bir yılyağmur ayak izlerimi sildi
otlar büyüdü sokakta,
ve birbiri ardınca yıllar
taşlar gibi usulca düşen
başına düştü onun da.sonra savaş geldi
kanlı bir yanardağ gibi geldi
öldüler evler, çocuklaro kadın ölmedi.
bütün otlaklar tutuştu
binlerce yıldır düşünen
sarı, sevimli tanrılar
her biri paramparça
çıktılar tapınaktan
düş kurmaz artık onlaraydınlık evler, veranda
hamakta uyuduğum
pembe otlar, yapraklar
el biçimi, kocaman
şömineler, çalgılar
kırılıp yakıldılarkendin olduğu yerde
şimdi artık küller var.
eğri büğrü demirler
ölü heykellerin korkunç saçları
ve bir kara leke kan.ve kadın bekler, bıkmadan."
jimin parmaklarını yoongi'nin eline sararken "yağmur," diye fısıldıyor. "silebilir mi ayak izlerini?"
"bilmem," diyor yoongi, karman çorman kağıtları bir kenara bırakırken. "silsin ister miydin?"
"benimle yürüdüğün yollar kalsın," diyor ve kafasını adamın karnına gömerken boğuk boğuk devam ediyor. "onlar silinemez."
"tamam," diyor yoongi gülümserken, bir yandan hiç bulut bulunmayan garip gökü izliyor. "silmezler izlerimizi."
aradan beş dakikaya yakın bir zaman geçiyor ve jimin o güzel dudaklarını tekrar konuşma adına kullanıyor.
"yoongi," diyor ve bu ismi sevdiği çok belli. "beni bıraksaydın şiirdeki gibi,"
"ve dönmeseydin bir daha, hatta bilmeseydim dönmeyeceğini."
yoongi cevabı bilirmişçesine kafasını eğerek papatya kokan alna bir öpücük konduruyor.
"yine beklerdim seni, bıkmadan."
"biliyorum, sevgilim." diyor yoongi, dudaklarını ayırmıyor alından. "çünkü aynısını sen bana yapsan,"
"ben de beklerdim seni, bıkmadan."
iki aşık, yağmurun yağmayacağını anlayıp kulübelerine giriyor ve kapıyı kapatıyor.
ışık yok, mum yok, tütsü yok, rüya yok, dokunuşlar; çıplak ayaklar, terli eller ve ıslak saçlar var yalnızca. bir adam diğer adamı soğuk bir çarşafın üstünde çok seviyor. zira bir diğeri, onu severken kahrolmuş durumda. çok sevmekten kendini unutmuş; o olmuş, onun olmuş ve bir bakarsın, yağmur olmuş.
☆
güzel miydi?
merak ediyorum fikirlerinizi, geniş zamanda yazdığım ilk fic sanırım:')
ve... sevdiğim şiirleri eklemek istiyorum belki size de ilham olur diye!
♡

ŞİMDİ OKUDUĞUN
fall :: yoonmin
Short Story"yağmur düşerse ne olur?" "ölürüz," dedi, omuz silkerek. "sanırım?"