Ablasının ölümü onu çok kötü etkilemişti. Yine de her şeye rağmen yaşamak zorunda olduğunu biliyordu. Ve bu durumdan kurtulmak sandığından daha zor olacaktı.
Şu an oturduğu yün koltuktan akşam haberlerini izliyordu. Duymaktan nefret ettiği her şeyi duymuştu.
-evet sayın seyirciler. İki gün önce vurularak öldürülen Mary Jackson'ın katilinden hala haber yok. Olayda bir çok dedektif ve polis yer alırken katilin bulunamaması çok can yakıcı bir olay.
Fred daha fazla dayanamadı ve televizyonu büyük bir sinirle kapattı. Nerdeyse çıldırıp kafayı yiyecekti. Katil hala bulunamamıştı. Sadece 1 haftalık tatil için buraya Türkiye'ye gelmişti. Şimdi ise bu ülkeden nefret ediyordu. Bu ülke ondan ablasını almıştı. Ayrıca bu olay için kendini de suçluyordu. O saatte ablasını tek başına dışarı çıkartmamamlıydı. Malesef artık yapabileceği hiç bir şey yoktu.
Kaldığı evi seviyordu güzel bir evdi ama ablası olmadan neye yarardı ki? Hayat zordu onun için ama son ana kadar dayanmalıydı hiç yılmadan.
Koltukta biraz daha oturdukdan sonra üst kata ablasının odasına doğru çıkmaya karar verdi. Ayağa kalktı ve yavaşça merdivenlere doğru çıktı. Sanki adımları kurşun gibi ağırlaşmıştı. Adım atmakta zorlansada devam etti. Ablasının kapısına geldiğinde derin bi nefes aldı. Ardından usulca kapıyı açtı.
Karşıda onu ilk karşılayan beyaz bir yatak oldu. Ardından ona yatağın ayak ucunda duran huş ağacından ustaca yapılmış beyaz bir gardırop eşlik etti. Soluna baktığında ablasının çalışma masası ve makyaj malzemeleri duruyordu. Hemen sağ tarafında ise yeşil bir tekli koltuk vardı.
Fred yavaşça hareket ederek yeşil koltuğa gitti ve oturdu. Şimdi ablasının odasını daha rahat gözlemliye bilmişti. Dolapta birkaç çizik vardı ama şıklığını hiç kaybetmiş değildi. Kafasını arkaya yasladı ve düşünmeye başladı, yine. Ablasını neden öldürmüş olabilirlerdi ki o kimseye bir şey yapmamıştı. Onunla beraber bir ceset daha bulmuşlardı. Acaba ikisinin bir bağlantısı olabilir miydi?
Bu soru kafasında büyük bir soru işareti bırakırken kendisi de ablasının odasından yavaşça çıktı. Tam kapıyı kapatırken annesi yan odadan yani yatak odasından çıktı.
-Napıyodun orda?
-Seni ilgilendirmez.
-Benimle düzgün konuş.
-Seninle uğraşamam rahat bırak beni.
Ardından sinirli bir şekilde ordan ayrıldı. Alt katta mutfağa indiğinde ise sinirden kudurmak üzereydi. Neden sürekli ona karışıp duruyorlardı? Bundan nefret ediyordu. Birinin ona karışması hayatta en nefret ettiği şeyler arasında yer alıyordu. Sakinleşmek için derin derin nefes aldı. En azından biraz yatıştırıyordu onu.
Bir anda aklına bir fikir geldi. Bugün be yapacanı artık biliyordu. Ablasının öldğü yere gidecekti. Belki işe yarar bir şeyler bulabilirdi. Burda boş boş oturup beklemek hiç ona göre bir şey değildi. Bu yüzden bir şeyler yapmak zorunda olduğunu hissediyordu.
Saat daha 20:07. Dışarı çıkması için annesinin uyumasını beklemek zorundaydı. Bu yaptığı işte annesinin haberinin olmasını istemiyordu.
Zaten babasının ölümünden sonra annesiyle hiç bir zaman arası iyi olmamıştı. Babasını da bir trafik kazasında kaybetmişti. Babasını zaten hiç sevmiyordu. Sanki o bu aileden değilmiş gibi davranırdı hep. Onu tek kollayan kişi ablası olmuştu. Bu yüzden annesinden ve babasından çok ablasını seviyordu. Şimdi ise o yoktu. Tek başına kalmıştı.
Buzdolabını açtı. Acaba ne yemekler vardı? Dikkatlice baktı ama yemek yoktu. Birkaç sebze meyve ve biraz peynir ile çilek reçeli vardı. İçecek olarak ise şarap vardı. Mükemmel! Sandviç yapması gerekiyordu. O yüzden de ekmeklikten ekmek aldı ve bıçakla ortadan ikiye böldü. Bir parçasının içini kesip açtı ve içine reçel sürdü. Sonra dolaptan bir şarap aldı ve kendine bir bardak doldurdu. Sonra mutfaktaki yemek masasına oturdu ve yemeye başladı.
Sandviç güzel olmuştu. Gerçi buna nasıl sandviç dene bilirdi ki? Güldü. Sonra her yemek yediğinde yaptığı gibi masayı inceledi. Masanın üstüne şeffaf plastik bir örtü konmuştu. Masanın ayak kısımlarında birkaç çizik dışında bir şeyi yoktu. Masa da huş ağacından yapılmıştı ama bu biraz daha solgun duruyordu. Şarabından büyük bir yudum aldı. Şu an çok rahatlamıştı ve uykusu gelmiş mayışmıştı. Normalde bu saatlerde asla uyumazdı ama şimdi kendini çok yorgun hissediyordu.
Uyumicaktı. Yapması gereken şeyi yapacaktı. Ama neyi nasıl yapacağını bilmiyordu. Nerden başlamalıydı acaba?
Saat 20:45 olmuştu. Annesi hala uyumuyordu. Daha fazla bekleyemezdi bunun için de hemen odasına çıkıp deri ceketini giydi. Tam dışarı çıkacakken annesinin sinir bozucu sesini bir daha duydu.
-Nereye Fred.
-Dışarı çıkıyorum.
Annesinin tam ağzını açtığı anda tekrar konuştu.
-ve sakın bana karışma.
Dedi ve ardından evden çıkıp gitti.
Bodrum'u pek fazla bilmiyordu. Burası doğup büyüdüğü şehir olan paristen çok farklıydı. Burası ona çok garip geliyordu. Ortak noktaları ise gece hayatının çok iyi olmasıydı. Burada da geceleri çok eğlenceli oluyordu. Barlar,kafeteryalar,çay evleri vb.
Fred ilk önce biraz çay içmek istedi. Türkiye'nin çayı kendi ülkesinde içtiğinden çok daha farklıydı. Mükemmeldi! Bu yüzden bir cafeye geçti ve bir çay istedi. Türkçesi çok iyiydi ama hala bazı cümleleri anlamakta zorlanıyordu. Mesela geçende adamın biriyle çarpıltıktan sonra adam onun yabancı oldunu anlamıştı. Ardından 'gavurun dölü' diyip uzaklaşmıltı ve hala ne anlama geldiğini çözemiyordu.
Çay geldikten sonra telefonunu cebinden çıkardı ve yeni tanıştığı bir arkadaşını aradı.
-Alo. Berk nerdesin?
-Evdeyim. Ne oldu?
-Hani seninle tanıştımız yer varya oraya gelebilir misin şimdi? Senden bi şey isticem
de.-Olur ama fazla vaktim yok.
-Peki ben ordayım seni bekliyorum.
-Tamam görüşürüz.
-Görüşürüz.
Berk iyi bir çocuktu. En azındam kendisine çok iyi davranmıştı. Türkleri sevmeye başlamıştı o zamanlar. Ama ablasının ölümünden sonra fikri hemen değiştirmişti. Onu öldüren bir Türktü. Buna çok emindi. Çünkü onlara ülkesinde Türkleri bir katil gibi anlatmışlardı ama o buna pek inanmamıştı. Şimdi ise tüm kalbiyle inanıyordu. Türkler gerçekten de bir canidi onun için.
Biraz telefonda sosyal medyaya falan baktı. Sosyal medyayı pek sevmiyordu gerçi. Çok yapmacık geliyordu ona. Bu yüzden sosyal medyada fazla vakit harcamazdı.
Telefonu masaya koyarken Berk'in geldiğini gördü. Berk seri adımlarla geldi ve karşısına oturdu.
-Nasılsın Fred? Bi aksilik yoktur umarım. Üç gündür yoksun buralarda.
-Sorma Berk. Ablam Mary öldü. O yüzden bu aralar pek keyfim yok.
-Ne? Yoksa haberlerde ölen kız senin ablan mı?
-Aynen malesef öyle. Birisi onu öldürmüş.
-Anlamıyorum biri böyle bir şeyi neden yapsın ki?
-Ben de bilmiyorum. Canilik işte.
-Başın sağ olsun Fred.
-Kusura bakma ama ne demek istedini anlamadım.
-Hee pardon. Senin yabancı oldunu hep unutuyorum. Başın sağ olsunu biri öldüğünde,ölenlerin yakınlarına teselli cümlesi olarak söyleriz.
-Hmm anlıyorum.
Uzunca bi sessizlik oldu. Bu sessizliği Berk'in sorusu bozdu.
-Benden ne isticektin?
OY VERİRSENİZ SEVİNİRİM!!!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇIĞLIĞI
AksiNasıl bir gündü böyle? Her yer karanlık ve sis içindeydi. Önünü görmek ve yürümek adeta imkansıza dönüşmüştü ama o içindeki merak duygusunun etkisiyle yoluna devam etti. Sisin içinde iki adam gördüğünü sandı belki de hayal gücüm diyerek yoluna devam...