Yılın en sevmediğim ayı,Eylül. Hava soğuk mu sıcak mı belli değil. Ortada kalmışlığın dibinde. Özellikle akşamlar hafiften soğur,ne giyceğini bir türlü anlayamazsın. Biz öğrenciler için ise en kötüsü vur patlasın çal oynasın geçen yaz tatilimiz biter! Okullar açılır! Kısacası Eylül; gerçek hayata geri dönüş ayıdır. Hemde ışık hızıyla. Küt diye! Bir bakmışsın, okuldasın, dersler başlamış. Sen daha ders seçememiş, kitaplarını almamışken ilk vizeyi yapıştırırlar. Sabahın bir körü alarm sesiyle uyanmaya başlarsın, geceleri erken yatmaya hala alışamamışsındır. Sonra mesela, trafik. Okulların açıldığı ilk gün İstanbul mahşer yeri. Toplu taşıma desen alev alev. İnsanlar olduğunun iki katı suratsız, mutsuz. Kısacası kılıç kalkan kuşanıp,başlıyoruz.
Biz de tam olarak Eylül'ün ortasında son bulmuş ve ortalama üç ay süren Ege tatilimizden yeni dönmüş, İstanbul'a adapte olmak için kendimizi zorluyoruz. Biz derken tabiki baklavaları olan, sarışın,mavi gözlü, uzun boylu sevgilimden bahsettiğimi düşünme. Aslında ben 1.60 boylarında,esmer,uzun saçlı, sıskalığa yeni bir tanım katmış derecede zayıf olan en yakın arkadaşım Helin'den bahsediyorum. Telefonları kapayıp baş başa çıktığımız yaz tatilimizden döneli bir hafta olmasına rağmen, yediğimiz naneleri hatırlayıp hatırlayıp kendimize eziyet etmeyi henüz bırakamadık. Yediğimiz naneler derken aklına çok büyük şeyler gelmesin. Denize girmek kadar normal olan yaz aşkı durumları. Hepimiz her yaz yaşıyoruz, yaşıyoruz da yaz aşkı unutulmaya mahkumdur. Yaz aşkının ömrü dönüş biletinin tarihi kadardır. Kısacası yaz aşkı anı yaşamanın en güzel halidir. Tabi becerebilene, bizim gibi ben evlencem bu çocukla kafasıyla yaşarsan olmuyor o iş. Ama unutacağım ve benim yöntemim klasiktir. İnceyi yakala bak kla-siktir. Çivi çiviyi söker! Gerçi İstanbul'da benim ingiliz çivisini sökebilecek bir baba yiğit var mı ? Bilemedim. Döndüğümden beri kendi evime hala gitmedim. Helin'lerdeyim. Bizim evde durumlar ben gitmeden önce biraz karışmıştı.Neyse bunu bir ara detaylı anlatıcam.Şimdiye dönecek olursak; Helin'lerin yüksek tavanlı salonunda ,pembe heybetli L koltuğun ayrı köşelerin de emekli teyzeler gibi oturuyoruz. Telefonlar elimizde,sigaralar kül tablasın da televizyonda müzik kanalı... Başladım karıştırmaya rehberimi. Bir baba yiğit olmasa da kendisi, benim portföyüm de şuan da İngiliz'i unuttucak bir tek Burak var. Burak liseden beri azmine hayran kaldığım bana platonik bir aşkla bağlı olan hayranım. Ne yazık ki lise bitti, hepimiz üniversiteye başladık. Hatta bizle aynı sene girişli diğer insanlar bitirme çağına geldi. Ama Burak hala ergenliği atlatamadı. Boyu hiç uzamadı, sivilceleri geçmedi, diş tellerini çıkarmadı. Milli su topu oyunculuğunu bırakmadı, tek gelişen şey kasları oldu çocuğun. Alkol ve sigara asla kullanmadı, sporcu çünkü. Küçücük,çekik gözleri, okka gibi bir burnu ve incecik dudakları var. Aslında bakıldığın da bana hiç çekici gelmiyor. İstanbul'a döndüğümü duyduğundan beri aralıksız mesaj atıyor. Yaptığım çok kötü biliyorum ama elimdekini değerlendirmek dışında başka bir alternatifim yok. Akşam beni ünlü olan bir et restoranına götürmeyi teklif etti, bende kabul ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Et-me
Teen FictionBu gün inan sen bile onu tanıyor olabilirsin! Belkide videolarını izliyorsun,takip ediyorsun hatta taklidini bile yapıyorsun ! Gidip onun mekanında yemek yemiş hatta tanışmış bile olabilirsin. Ben ne alaka deme. Adam ünlü oldu! Milyonlarca takipçisi...