Melissa bu sene mezun olduğum lisenin popüler kızlarından biri. Okuldaki çoğu insan gibi, ben de onu pek sevmem. Kendini bir şey sanan, bencil bir tip. Geçen sene yumruğun tekini yüzünde patlattığımı da ele alırsak, hiç sevmem diyebiliriz.
Gelen mesajı açtım ve derin bir iç çekip okumaya başladım. Bakalım yine ne yumurtlayacaktı. "Matt'i rahat bırak, ezik. Sadece bir kere uyarıyorum." Bu da neydi şimdi? Kendimi tutamayıp bol küfürlü bir mesaj yazdım, sonra içimden 10'a kadar sayıp mesajı sildim. Yeni bir cevap yazdım: "Yoksa?" Ne diyebilirim, tırnağı kırılınca süslü çantasından manikür seti çıkaran kızın tekinden korkacak halim yok herhalde. "Yoksa pişman ederim." Gerçekten mi, Melissa? Cidden? "Çok korktum cici kız." Yazdığım gibi, kapının açılma sesini duydum. Abigail elindeki yeşil saç havlusuyla yanıma geldi, ikili koltuğu kaplayan bacaklarımı çektim ve yanıma oturmasına izin verdim. "Hallettin mi?" diye sordu. Koltuğun önündeki küçük sehpaya koyduğum açık kahverengi zarfı gözümle işaret ettim, görür görmez eline aldı. Anlayamadığım bir heyecanla zarfı gelişigüzel yırttı, top yaptı ve kapının yanındaki çöp kutusuna basket attı. Pasaportları açıp inceledi falan. Sonra bana sarıldı, oturduğumuz yerleri çukur olan koltuktan kalktık ve eve girdik. Bavulları toplama zamanıydı.
Annemin alt kattan bağırarak sorduğu "Şampuanları aldınız mı?" sorusuna aynı şekilde bağırarak "Evet anne!" cevabını verdim. Bu sanırım sorduğu 20. soru olmalı. Abigail'le yanımıza sadece büyük birer bavul almıştık, onunki kırmızı, benimki siyah. Yazlık kıyafetlerin yanında birkaç kalın kıyafet de aldık, ne olur ne olmaz diye. Bavulları kapının önüne koyduk. Saat akşam 9 olmuştu bile. Biletleri alma görevi annemindi. Annemin işi dolayısıyla *tasarımcı* Birleşik Devletler'in çoğu yerini dolaşmıştık zaten. Bu yüzden ondan, Monterrey'e bilet almasını istemiştim. Aktarmalı olarak gidecektik. Önce uçak, sonra otobüs. Biletleri annemden alıp odadaki masanın üstüne de koyduktan sonra, yarın sabah 5.30'daki yolculuk için erkenden uyuduk.
Gerçekten ilginç olacak. Hiç bilmediğimiz yerler, tanımadığımız insanlar, farklı iklimler. Umarım fazla aksaklık yaşamayız.
Ertesi gün güneş doğmadan önce, kurduğumuz alarmın sesiyle uyandık. Son hazırlıkları da yaptık, annemle vedalaştık, evden çıktık ve bizi havaalanına götürmesi için bir taksi bulduk. Havaalınına girme kısmını oldum olası sevmedim. Fazla uğraştırıcı bir şey. Eşyaları teker teker kutulara koy, bipleyen bol radyasyonlu makinenin içinden geç, eşyaları teker teker topla. Düşününce bile içim daralıyor. Yine de bu sefer 5 dakika anca sürmüştür. Saat 5'ti ve Abigail'le bulduğumuz boş bir banka oturup bavulları da yanımıza diktik. Sonra Matt'le göz göze geldim. Makyajsız, ev topuzlu, salaş giyimli halimi de görmüş olacak diye düşündüm, sakin olup ayağa kalktım. İşte yine başlıyoruz.