' "Kendimle gurur duyuyorum, Jane." Dedi, Jack. Jane'nin yüzünü avuçlarının arasına aldı.
"Nedenmiş o?" dedi, Jane.
"Çünkü, sen bana aitsin. Hiç bir zaman bir başkasının olamayacaksın. Sen sadece benimsin Jane. Sadece benim." Dedi, Jack. Eline geçen her fırsatta Jane'e sadece kendisine ait olduğunu söylüyordu.
"Bende kendimle gurur duyuyorum, Jack. Çünkü sana sahibim." deyip, Jack'in dudağına küçük bir öpücük kondurdu.
Onların aşkı hiç bir zaman bitmeyecekti. '
Son cümleyi de okuduktan sonra kitabın kapağını kapattım. Bir kitap daha bitirmiştim. Neyse ki bunun sonu da güzel bitmişti. Derince bir nefes alıp, şişen gözlerimi ovaladım. Komodinin üzerinde delice titreyen telefonumu aldım. Tanımadığım bir numara arıyordu. Açıp açmamak arasında kalınca çareyi açmakta buldum.
"Evet?"
"Aşağıya inmen gerekiyor." Bu da kim böyle? Saat gecenin 2'si ve bu deli beni arayıp aşağıya inmem gerektiğini söylüyordu.
"Sen kimsin?" dedim. Ellerim titremeye başlamıştı. Kendimi kötü hissediyordum.
"Sadece aşağıya in Miley." Adımı duyduğumda kaşlarımı çattım. Bir dakika! Bu Justin'in sesiydi. Evet evet oydu. Nasıl olurda tanıyamazdım ki? Hemen camın kenarına gittim. Çaktırmadan aşağıya eğildim. Siyah bir porsche vardı.
"Pekala." deyip, telefonu kapattım. Oldukça sessiz olmaya çalışıp, aşağıya indim. Annem duyarsa beni mahvederdi. Bu durum çocukluk arkadaşım Justin olsa bile geçerliydi.
Dış kapının kilidini sessizce açıp, kendimi dışarıya attım. Üzerimde sadece askılı bir elbise vardı. Oldukça kısa olması üşümeme neden oluyordu. Alttan alttan soğuğun vurması ilerde çocuğumun olmamasına bir işaretti. Hızlıca siyah arabanın yanına gittim. Justin arabadan yavaş bir şekilde inmişti. Benim telaşlı halime göre o oldukça rahattı. Arabanın kapısını kapatıp, bir anlığına durdu. Ne yapmaya çalıştığını anlamak için gözlerine baktım. Hey bir dakika! Beni süzüyordu! Tanrı aşkına! Ne bakıyorsun!
"Ne için geldin?" dedim, bakışlarını çekmesi için. Dudaklarını yalayıp, gözlerini gözlerime dikti.
"Ödev." dediğinde, kaşlarımı çattım.
"Ödev?" dedim devam etmesini beklerken.
"Şu lanet ödevi yapmak için geldim." dedi. Bu muydu yani? Bu saatte mi?
"Bu saatte bunun için mi geldin? Dinle, ödevleri ben yaparım tamam mı? Mümkünse, bir daha gelme." dedim, sertçe. Tam arkamı dönüp gidecekken, konuştu.
"Miley?" Arkamı döndüm.
"Evet?" Justin'nin konuşmasını beklemek çölde yağmuru beklemek gibi bir şeydi sanırım.
"Yarın benimle Ryan'nın partisine gelir misin?" dediğinde, ellerim titremeye başlamıştı. Ne dediğini biliyor muydu bu çocuk?
"Ne?" Şaşkınlığım kelimelerime vurduğunda içimden küfür ettim.
"Duydun." dediğinde, suratına tekme atasım gelmişti. Bir daha söylesen ne olur yani? Ölür müsün? Yıllar sonra amacıma ulaşmışken- Tanrım ne diyorum ben!
"Bak ne diyeceğim. Şimdiye kadar ben yokmuşum gibi davrandın. Sanki hiç bir zaman olmamışım gibi. Şimdiyse kalkmış bana benimle Ryan'nın partisine gelir misin diyorsun? Ne oldu Justin? Söyle, ne değişti?" dedim, sakince. Birazdan onu öldürebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmpossible Love || Jiley FanFiction
FanficMiley : Bu aşkın başından beri imkansız olduğunu söylemiştim. Özür dilerim. Seni her zaman seveceğim. Tüm Hakları Saklıdır. Kitap ; @biebs_JileyForever 'a ithaftır.