Gizemli yolculuk

5 0 0
                                        

Önceden okumuş olsanız da bu bölümü tekrar okumanızı tafsiye ederim yaklaşık 350 kelime ekledim.




Kapının açılırken çıkarttığı gürültü ile kendine geldi. Thalia, Aether'e baktığında; Aether'in göz bebeğinin kedi gözü gibi yanlardan basık üstlerinin sivri olduğunu gördü. Göz bebeğinin etrafında iç içe geçmiş iki üçgen şeklinde sıralanmış küçük noktalardan çıkan yılan desenleri vardı. Yılanların arasında semboller sıralanmıştı. Sağ gözünün etrafında ejderha biçiminde parlayan dövmeler vardı. Ejderhalar Aether'in gözünün altında kuyruklarını birbirlerine dolamışlardı. Aether'in gözünün sağ ve sol taraflarına doğru yükselip gözünün üstünde birbirlerini öldürmek istercesine dolanmışlardı. Thalia gördükleri karşısında sendeleyerek yere düştü. Aether yavaşça Thalia'ya baktı. Thalia korkudan bakışlarını Aether' sabitlemişti ve sürünerek Aether'den uzaklaşıyordu. Thalia'ya aşağılayıcı bir bakış attıktan sonra kapıya döndü ve elini hafifçe vedalaşırcasına kaldırdı ve karanlığa doğru yürüyerek kayboldu.

Thalia ağlayarak tapınağın dışına doğru koşmaya başladı. Tapınağın karanlığında önünü görmesi imkansızdı ve göz yaşlarının görüşünü bulanıklaştırması, Thalia'nın dengesini kaybetmesine sebep oluyordu. Tapınaktan çıkıp sütunlardan birine yaslandı.

Aether ani bir güç çekilmesi ile kendine gelmişti.Karanlıktan bir şey göremiyordu. Gözlerini hafifçe araladı ve duvara yaslandı. Bir süre dinlendikten sonra sendeleyerek ilerlemeye başladı. "Ne oldu bana? Neredeyim? Asıl önemli olan buraya nasıl geldim? En son tapınakta ki rünleri inceliyordum. Tabii ya! O parıldayan rün ona dokunduktan sonra neler olduğunu hatırlayamıyorum. Hangi tarafa gitmeliyim?" İç güdüleri eyleme geçmenin soru sormaktan daha faydalı olduğunu söylüyordu. Aether düşünemeyecek kadar yorgun olduğu için iç güdülerine uyup yürümeye başladı nereye gittiğini bilmiyordu.

Yorgunluktan yere düşmek üzereyken karşısında beliren ani bir ışıkla gözleri kamaştı. Ayak seslerinden, birinin ona doğru geldiğini anlayabiliyordu. Bir kaç adımdan sonra ayak sesleri kesildi. Aether, şeytani bir kahkahayla irkildi. Işığın sahibi Aether'in yanına geldi, Aether'i yavaşça ayağa kaldırdı ve "Henüz pes edemezsin. Mağaranın sonuna ulaşmalısın. Bu asayı al seni karanlıktan koruyacaktır." dedi. Aether hafifçe başını kaldırdı. Elini gözüne siper ederek "Asa sende kalsın."-sinsice gülümsedi- "Lazım olur. Kendi başımın çaresine bakarım." Yavaşça doğruldu ve sendeleyerek ilerlemeye devam etti. Arkasına baktığında adam kaybolmuştu. O asayı almalıydım en azından dayanacağım bir şey olurdu. Neden bu kadar aptal olmak zorundayım ki? Ama adamın sesi zihnimde duyduğum kahkahaya çok benziyordu. ayrıca o duyduğum diğer kahkaha neydi? Adamdan gelmemişti bunu biliyorum ve bu kadar soru sormayı bırakmalıyım. diye düşünerek ilerlemeye devam etti. Yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Adımını attığında zemini hissedemeyince telaşlandı. Kendini geriye doğru fırlattı, nefes nefese kalmıştı. "Hey! Merdiven koyacaksanız önceden bir uyarı vermeniz gerekiyor!" sesi karanlıkta yankılanmıştı. Merdivenlerden inmeye başladı. Duvara tutunarak temkinli ve yavaşça ilerliyordu. Görüşü bulanıklaştı ve kahkaha zihninde yankılanmaya başladı. Dengesini kaybetti, merdivenlerden düşmeye başladı. Elleriyle kafasını korumaya çalışıyordu. Yuvarlanmaktan başı dönmüştü bayılmamak için bir şeylere odaklanmaya çalışıyordu ama hiçbir şey göremezken merdivenlerden düştüğünüzde bu çok zor oluyordu. "Ne zaman bitecek bu lanet olası merdivenler!" Kendi kendine konuşarak hem acısını dindirmeye çalışıyor hem de uyanık kalmayı deniyordu.

Merdivenlerden düşmeyi bitirdiğinde dakikalarca acılar içinde yerde yatmıştı. Ayağa kalkacak gücü toparlamaya çalışıyordu. İniltiler eşliğinde kendini sürüklemeyi başardı. Duvara tutunarak ayağa kalkmaya çalıştı. Yaklaşık 250 merdiven düşmüştü ve bilinci yerinde olduğu için kendini şanslı sayıyordu. Sol kolunda bir ağrı vardı. Sol kolunda sıcak bir şeyin aktığını hissetti. Muhtemelen kolu kırılmıştı ve kanıyordu. Gömleğinin kolundan bir parça yırttı ve kolunun kanayan yerini sardı bunun kanamayı yavaşlatması gerekiyordu. Bağırmaya çalıştı, sesi çıkmıyordu. Çıksa da kimsenin duyacağını sanmıyordu. Yavaş ama seri adımlarla ilerlemeye başladı. Bacağı ağrıyordu ama yürümesine engel değildi. Yanına çakmak almadığı için kendine küfretti. Bir parıltı gördüğünü sandı ama çok çabuk görünüp kaybolmuştu. Hayal gördüğünü düşündü ve önemsemedi. Sonra bir ses duydu. Anlayamıyordu, sese odaklanamıyordu. Ne kadar denerse denesin sesin ne demek istediğini ve nereden geldiğini kestiremiyordu. Görüşü bulanıklaşmaya başlamıştı. Gözlerini ovuşturdu, hiçbir işe yaramadı. Kendine bir kez daha küfretti. Bayılıyordu. Bilincini kaybetmeden önce son kez bağırmayı denedi. Fazla sesli olmasa da "Yardım edin!" demeyi başarmıştı. Yere düştü ve hiçliğin ortasında öleceğini düşünerek gülümsedi. Kısa bir süre sonra bilincini kaybetti. Bilincini kaybetmeden önce o parıltıyı tekrar görmüştü.

Işığın gelmesiyle ortam aydınlanmaya başlamıştı. Yerde yatana doğru ilerledi. Başında durdu ve bir kaç dakika boyunca inceledi. Acırcasına iç geçirdikten sonra yavaşça bedeni kavradı ve hiç zorlanmadan kaldırdı. Karanlığa yararak ilerlemeye başladı. Asırlardır yaşadığı tapınağın efsanevi duvarları ilgisini çekmiyordu. O kadar çok görmüştü ki bir süre sonra midesini bulandırmaya başlamıştı. Duvarlardaki kusursuz oymaların yanında umursamazca yürümeye devam etti. Bir süre sonra yol ayrımına geldiğinde bir resim dikkatini çekmişti 7 asır sonra tekrardan bir oymaya ilgi duymuştu.

Güneş karanlıktı, ay güneşle aynı yükseklikteydi ve parlaklığıyla güneşe meydan okuyordu. Birisi dağın tepesinde durmuş uçurumdan aşşağıya bakıyordu. Uçurum derindi, çoğu kişinin şimdiye kadar gördüğü en derin uçurum olması muhtemeldi. Uçurumun dibinde diz üstüne çökmüş birisi daha vardı. Kılıcına yaslanmış kafasını gökyüzüne çevirmişti, etrafında yerde yatan 3 kişi daha gözüküyordu belki de daha fazlaydı ama resmin kalanı kırılmıştı. Beceriksizce gülümsedikten sonra yürümeye devam etti. Işığı artık karanlığı aydınlatmıyordu. Ayak sesleri karanlıkta yankılanıyordu. Resimde bir şey daha  vardı, dikkatinden kaçmasına izin verdiği bir şey. Resmin arka planında bulunan, korkutucu bir kale. Resimdeki boyanmış tek yer. Odanın karanlığından daha karanlık bu kale 7 asır geçmesine rağmen hala ürpermesine sebep oluyordu. Resimleri çizdiğinden beri geçen 7 asır. O bunun farkında değildi. Zaman kavramı yoktu onun için sadece sonsuzluk vardı. Resimler hep oradaydı, o hep oradaydı. Her şey, her zaman onun için birdi. Kendine ne diye seslendiğini bile unutmuştu. Hatırladığı tek bir şey vardı, o her zaman oradaydı ve her zaman orada olacaktı.


Bitmek bilmeyen karanlıkta yavaş adımlarla ilerliyordu, sırtındaki Aether'i bile unutmuştu. Ortalık hala karanlıktı ama onun nereye gittiğini bilmesi için görmesine gerek yoktu. Etrafındaki her şeyi her çıkıntıyı ezberlemişti. 


"Getirdim. İsteğin buydu değil mi? Artık buna bir son ver... yalvarırım. Yoruldum, gerçekten yoruldum. Zamanın öncesinden beri buradayım ve sen bir son vermezsen zamandan sonra bile burada olacağım." Göz bebekleri acıyla büyüdü fakat acı kısa süre sonra yerini memnuniyete bırakmıştı. Artık dinlenebilirdi, artık biraz da olsa huzurlu olabilirdi. Sonunda, sonunda bitti, artık özgürüm. Diye geçirdi içinden derin karanlığa daldığında.

Beden yavaşça düşmeye başladı fakat yere ulaşamadan ışık süzmelerine dönüşmüştü bile. Işık süzmeleri hiçbir gözün takip edemeyeceği hızla tapınağın derinlerine doğru gidip kayboldular. 

Yerde yatan Aether'e baktı. Eğildi ve yavaşça saçını okşadı, gülümsüyordu. Bu olaylar onu eğlendiriyordu ya da gülümsemesi öyle gösteriyordu. Kimse farkı anlayamazdı, zaten kimse Aether bile görmemişti. Yavaşça ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Gülümsemesi büyümüştü, o kadar büyümüştü ki sesli gülmeye başladı. Kendini durduramıyordu. "Ihm ıhm. Sanırım başlıyoruz. Ben de hazırlansam iyi olacak.



KristaliaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin