"Rose... Huff b-biraz bek....huff beklesen diyorum?"
Evet şu anda ne mi yapıyoruz? Aslında bu o kadar da zor değil Shibusenin bitmek bilmeyen merdivenlerini çıkıyoruz. Daha doğrusu ben çıkıyorum Kai ise sürekli sızlanıp duruyor. Biliyorum genelde bunu kızlar yapar ama Kai bu yani kendisi çok tembel olduğu için... Özellikle Pazartesi günleri.
Tamam, bende merdivenleri çıkarken yorulduğumu kabul ediyorum. Ama Kai de biraz fazla abartıyor. Kai'nin bana dediği şeye hâla cevap vermemiş ve merdivenleri büyük azimle çıkmaya devam ediyordum. Ardından aklıma bir fikir geldi...
Arkamı döndüm ve
"Ne o? Bu kadar çabuk mu yoruldun bay kaplumbağa?"
Küçümseyici bir ses tonuyla aynen bunları söyledim. Kai'nin suratından ne kadar sinir olduğu belli oluyordu.
"Sen.... az önce... bana NE DEDİN LAN?!?!?!"
Diye kükreyince aklımadan geçen tek şey şuydu. TOPUKLA, KOŞ, ÖLÜMÜNE KOŞ ALLAH NE VERDİYSE KOŞ.
Tüm gücümle koşmaya başladım Kai de aynı hızla beni takip ediyordu. Eğer bunun işe yarayacağını bilseydim 20 dakika önce söylerdim bunu. Gerçi artık hayatım için de endişe ediyorum ama... Neye ikimizde o kadar hızlı koşuyorduk ki 20 dakikalık yolu 7 dakikada çıkıvermiştik. Gerçi çıkarken ölüm kalım savaşı verdim ben. Düşünsenize arkanızdan manyak usein bolt'a bağlamış bir Kai bağıra bağıra sizin peşinizden koşuyor... Hayal etmesi bile kötü.
Merdivenlerden sonunda çıkmayı başarmıştık. İkimizde nefes nefese kalmıştık ve o yorgunlukla beraber pek de temiz olmamasına rağmen yere oturmak çekinmemiştik. Yaklaşık bir 5 dakika boyunca soluklandıktan sonda adım sesleri duymamızla beraber ikimiz de başımızı adım seslerinin geldiği tarafa çevirdik.
Yavaşca yanımıza yaklaştı. Ciddi bir surat ifadesi vardı.
K.N: Kim geldi acep ( ͡° ͜ʖ ͡°)
"Sanırım siz yeni öğrenciler olmalısınız."
Bunun ardından ikimizde ayağa kalktık ve ben ikimiz adına konuşmaya başladım
"Evet ben Rose teknisyenim ve o da Kai"
Kai nedense sinir olmuş bir surat ifadesi takınmıştı bile. Ben ne olduğunu soracaktım ki ben bir şey diyemeden sinir olmuş bir ses tonuyla konuşmaya başladı
"Sence ilk önce senin kendini tanıtman gerekmiyor mu?!"
Siyah giyinimli çocuk neredeyse hiç tepki vermeden daha doğrusu ciddi surat ifadesini bozmadan konuşmaya devam etti
"Benim adım Death the Kid. Shinigami'nin oğluyum ayrıca teknisyenim. Şimdi mutlu musun?"
Ben hemen konuşmanın ortasına atladım
"SHİNİGAMİ-SAMA MI?!?!?!?!. SEN ONUN OĞLU MUSUN?!?! DAHA DOĞRUSU SHİNİGAMİ-SAMA'NIN OĞLU MU VAR?!?!?!"
O sırada gözlerim Kid'in gözlerine takıldı... Altın renginde gözleri vardı ve gerçekten çok hoş gözüküyorlardı...
"*İç çeker* Evet. Neredeyse herkes aynı tepkiyi veriyor."
Kai hâla çok sinir bir şekilde bakmaya devam ediyordu. Neden sinir olmuştu ki? Yani ben bunun için bir sebep göremiyorum.
"Shinigami-sama'nın oğlu olup olmaman beni hiç ilgilendirmiyor. Hem sen neden buradasın ki. Eğer okulu gezdirmek için falansa başka birini göndersinler daha iyi."
Kid bir kere daha içini çekti ve tekrar konuşmaya başladı.
"Saygıdeğer babam onun oğlu olarak yeni gelen öğrencileri benim karşılamamın en doğrusu olacağını söyledi. Bu yüzden de size okulu ben gezdireceğim"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
*RUH*(Soul Eater Fanfiction)
FanfictionGülleri düşünün güzeller değil mi? İnsanı kendine çekiyor. dışarıdan bakınca gayet masum görünüyor. Yaklaştıkca dikenlerini görüyorsun... O sivri ve can yakan dikenleri. Ben de onlar gibiyim işte. Dikenlerim var kimsenin göremediği, içimde sakladığı...